2 Temmuz 2017 Pazar

Huzun

Huzun uzerine de duzinelerce tanim yapilabilir. Kimisi kulagini keser, resim yapar, kimisi bunu notalari yansitir, karsimiza klasik muzik cikar, kimisi zircahildir bunu siddette yasar, kimisi huzne kapilip bir imparatorlugu mahvedebilir.

2017 yilinin su saniyelerindeyse benim icin huzun evin terasinda gunes batmakta oldugu anda sanirim Martin L.Gore'un agzindan cikan su sozleri dinlemekten baska bir sey degildi.

well i'm down on my knees again
and i pray to the only one

who has the strength
to bear the pain
to forgive all the things that i've done

oh girl
lead me into your darkness
when this world is trying it's hardest
to leave me unimpressed
just one caress
from you and i'm blessed

when you think you've tried every road
every avenue
take one more look
at what you found old
and in it you'll find something new

i'm shying from the light
i always loved the night
and now you offer me eternal darkness

i have to believe that sin
can make a better man
it's the mood that i am in
that left us back where we began.


27 Haziran 2017 Salı

Trajedi Nasil Yasanir?

Uzun zamandir bloga yazmiyordum, benden baska okuyan olmadigi icin bir nevi gunluk olarak kullanmaya devam etmenin pek mantikli olmayacagini dusunmustum; cunku icimde bir seyler yazma istegi bir suredir kaybolmustu.

Kafami universite yillarinda kurcalamaya devam eden ve en nihayetinde adina trajedi dedigim olaylar silsilesini net bir zemine oturtmak istedim. Istedim ki kendi aklimdaki dusunceleri yaziya dokup hincimi klavyenin tuslarindan cikarayim, beynim bu konuda bosalsin.

Ne Orhan Pamuk vari dogu-bati sentezi, ne de oryantalist bakis acisiyla yasadiklarimi anlamlandirmaya calisiyorum. Cevremde gordugum, kagit uzerinde cok iyi ozgecmisleri olan insanlarin bazi noktalarda neden tikandiklarini veya a priori dogrulari olduklarini anlamiyorum. Daha dogrusu anliyorum, zira ozgur irade yok, hatta Dogan Cuceloglu da bunu yazilarinda belirtirdi, fakat bu mantiksizligi mantikli zemine oturtmak da beni mutlu etmiyor. Varolusun boyle bir gerceklik onume sunmasi afakanlar bastiriyor.

Hepimiz biliyoruz ki Turkiye pro-sunni bir ulke. Ayni zamanla bununla harmanlanmis bir cehalet ulkesi. Dolayisiyla, insanlar ne neye inandigini bilir ne de bunun farkindadir. Az once bahsettigim belirli onkosullarda tikanirlar. Bu da es-dost-arkadas muhabbetlerinde hep karsima cikar durur. Son zamanlarda sik sik karsilastigim icin ofkem bile birikti denebilir. Bu inancin toplumda politik karsiligi da oluyor maalesef. GTA sifresini haber yapan adamlarin el ustunde tutuldugu bir ulke, bu adamlarin Goebbels'e pabuc birakmayacak sekilde propaganda yaptigi bir alan. Bunlarin yansimasinin belirli engelleri olan muhafazakar insanlarda da karsiligi oluyor.

Ornegin, kimse dini kitaplarda ne yazildigini detayli okumamis. Kimse, Sokratik dusunce nedir bilmiyor. Kimse, psikoloji, sosyoloji neden vardir diye sormuyor. Kimse, ulkenin guzelliklerini gorme niyetinde degil. Bunlarin en azindan birini bile yapma niyeti yok insanlarda.

Kucukken, yasca buyuk insanlari gozumde cok buyuturmusum, onun zincirlerini kirdikca cok buyuk bir hayalkirikligi oluyor. Pozitif state of mind felsefesiyle ilgili videolar izlerdim, degerlerimizi korudukca her seye olumlu yonden bakabiliriz diye. Ama, kendi degerlerim ugruna, sirf baskalari uzulmesin diye inanmadigim seyleri savunmali miyim? Bunun siniri nedir? Ornegin, agir kalp hastasi olan babami uzmemek icin, normalde midemi bulandiran ama savunmak zorunda kalacagim seylerle ilgili ne yapmaliyim? Bu ikilemin adi bana gore trajedidir.

Burada teselli edici tek nokta olarak su cikis noktasini buldum. Dogdugumuzdan beri kendi benligimizde yasiyoruz. Her an, yasanan her sey benligimiz tarafindan algilandi ve yorumlandi. Bu surecte, geriye donup bakinca kendimize de kizabiliyoruz. Dolayisiyla, kendimize kizdigimiz su ortamda, baskalarinin fikirleriyle uyusmazlik yasamak ve daha da ileri gidip onlara ofke duymak kabul edilebilir bir durum. Aksiyon alirken bunlari da dusunmemiz gerekecektir.

Trajedi sadece Antik Yunan'dan ismini almaz. Bazi kelimler anlam degisikligine ugrar. Gunumuzde kimse keci turkusu olarak bu ismi kullanmaz. Wikipedia acik olsa oradan Trajedi linkini verirdim, fakat zaman zaman yasadigim bu bogulma ve buna ilaveten gelen yalnizlik hissini ancak yaziya dokerek hafifletebilecegimi dusundum.

Keske, Ibrahim'in Ishak'i kurban etme safsatasina inanma egiliminde olsaydim, uzun vadede daha mutlu olurdum. Keske, bir seyi incelerken neden ve kaynak arama sebeplerine girmeseydim ve gordugum her seyi dogru kabul etseydim. Korkuyorum ki sonum Kierkegaard gibi delirme olmasin. Belki de Kierkegaard da kendisinin boyle olacagini bilse bu kadar dusunme zahmetine girmezdi diye dusunuyorum.
Ikinci trajedi de burada yer aliyor. Insani insan yapan dusunme egilimine bir yerde ara vermeli miyiz? Bu da yazinin en basinda belirttigim durumla celismiyor mu zaten?

13 Ocak 2017 Cuma

Kimler Bir Dine Inaniyor?


Toplumda cok fazla denk geliyorum, o yuzden dusuncelerimi kagida dokmek istedim. Ulkemiz icin klasik %99'u musluman tabiri yaygin bir sekilde kullaniliyor. Bunun bana gore dogru olmadigini dusunuyorum. Isin ilginci kime musluman denir, ya da herhangi bir bolgede bir dine inanan kisi gercekten o dine inanmis olur mu bunu konusmak istiyorum. Sozgelimi, Abd'de yasayan ve kendini hristiyan olarak tanimlayan birisi hristiyan midir?

Internet yayginlastigi icin deep web'e surekli maruz kaliyoruz. Bu da beni maalesef zaman zaman cildirtiyor. En son Selin Sayek Boke'ye cahil diyen muhafazakar kesimi gorunce uzuntu, nefret, kizginlik, kirginlik ve caresizlik hissettigimi hatirliyorum. Sonucunda da sekerim dusmustu. Bu kesimin bir dini gorusu varsa bile ne kadar mesrudur?

20'li yaslardan sonra kendimi kesfetme adina cok fazla asama kaydettigimi biliyorum. Bunu yaparken de evrensel olcude kaliteli kisileri ve eserleri ogreniyor ve ona gore dusuncemi guncelliyordum surekli. Aslinda okudukca ustel bir sekilde olaylardan haz almaya basladim. Bunun keyfini surmeyi devam ettirecegim. Bu surecte tabii ki inanclar konusunda da fikirlerim degisti. Metodolojim degisti diyim daha dogrusu.

Din dedigimiz olguda bana gore felsefe, sosyoloji, psikoloji, biyoloji - ozellikle evrim - hatta mantik, matematik gibi bilimlerden bilgi sahibi olmadan dogru bir karara ulasamayiz. Bunun icin de isim vermem gerekirse, Bertrand Russell, Karl Popper, Socrates, Emile Durkheim, Nietzsche, Schopenhauer, Marx; yerel kisilerden de Halil Inalcik, Ilber Ortayli, Serif Mardin vs. gibi kisilerin dusuncelerini ve eserlerini okumak en dogru sekilde bize sonuca ulastirmada giris rol oynayacaktir. Burada tabii ki hepsinin ayri ayri eserlerini bilmemize gerek yok. Bilsek iyi olur, o ayri. Sadece din konusu uzerinden konusuyorum. 

Butun bunlari okuduktan sonra insanlar din ve inanc uzerine dusunmeye baslayabilir. Ortada bir tartisma yasanirken de tartismanin iki tarafini dinleyip ona gore hangi tarafin hakli olduguna karar veririz mantiken. Din konusunda da hangi dinin dogru oldugunu bilmek icin varolan dinleri incelemek lazim. Burada bir parantez acarak isimizi kolaylastirabilir ve oncelikle dinleri kendi arasinda segmentlere ayirabiliriz. Yani kendi mantigimizla dusunup peygamber denen kavramin dogrulugunu arastirabiliriz. Diyelim ki mantigimiza gore peygamber olmali o zaman peygamber oldugunu iddia eden kisilerin yaymaya calistigi ogretileri okumaliyiz. Bunun icin de varolan butun kutsal kabul edilen eserleri tek tek okuyup, her satiri uzerinde dusunmeliyiz. Ornegin, bir hristiyan eski ve yeni ahit'i okumali ve daha sonra kuran'i okumali ve uzerine detayli dusunmelidir. Her bir cumlenin inis sebebini ve arkaplandaki hikayesini bilmeli ve her bir cumleye sonuna kadar katilmalidir. Zira peygamber tarafindan iletildigini dusundugu eser tanri tarafindan gonderilmistir ve sonsuz tanrinin diyecegi her sey o evrende olabilecek en dogru sozlerdir. Bu asamalardan sonra iste siz birer dindar kisi olursunuz.

Turkiye bazinda dusunursek ben insanlarin oncelikle %99 musluman degil halk kistasina gore degerlendireceksek %92-93'luk kesiminin musluman oldugunu dusunuyorum. Yukarida saydigim metodoloji'ye gore inceleyeceksek de %0.1'lik kesimin musluman oldugunu dusunuyorum. Turkiye, bir musluman ulkesi degil, kendini musluman sanan ama bu konuda tamamen cevresel ve genetik sartlarla yogrulmus dusuncelere maruz kalan bireylerin olusturdugu bir ulkedir. Bunun sosu da cahilliktir. Ama kor cahillik degil okumus cahillik de buna dahildir. 20 kisi basina yilda 1 kitap okunan ulkede bu gibi sonuclar elde etmek anormal olmasa gerek.

Benzer seyler global bazda da dusunulebilir. Buradaki bir musluman icin soyleyecegim seyleri Italya'da yasayan bir hristiyan icin de soyleyebilirim. Zira, insan dogasi geregi irrasyonel bir varlik oldugu icin bu gibi mantiksizlar olacaktir. Basta, bu bende sok etkisi yaratsa da zamanla kaniksadigimi ifade etmek zorundayim.

29 Aralık 2016 Perşembe

Yakin Zamanda Okuduklarim #2

En son okudugum kitaplarin listesini yaptiktan sonra, yeni kitaplar da okudum. Onlari da buraya yazma ihtiyaci hissediyorum.


Ismet Inonu: Necdet Ugur'un yazdigi bir kitap. Kendisinin Inonu anilari ve Inonu'nun dogrudan anlattigi anilar yer almakta. Kafamdaki Inonu profiline benzer bi yonu var Inonu'nun. Yani cok ekstrem saskinlik yasamadim. Ataturk'un Serbest Firka'yi kurduktan sonra iktidari kaybedeceginden korkmasi beni cok sasirtti. Demek ki zihniyet o zaman da ayni olmasina ragmen Ataturk bile bu ulkede iktidar olamazmis demokrasiyle. Inonu hakkinda Sevket Sureyya Aydemir'in ikinci adam 3 ciltlik serisini de okuyacagim. Size de onereyim. Salkim Hanim'in Taneleri filmi de o zamanki varlik vergisi hakkinda cok carpici bir film.

Le Petit Prince: Turkcesi, Kucuk Prens. Kitap Fuari'nda gorup almistim. Zaten kitabin neredeyse tamamini metrobuste okudum denebilir. 110 sayfalik bir kitap. Ana karakter Kucuk Prens ve O'nun insanlarin davranislarini kendi dunyasinda yorumladigi ve genelde anlamlandiramadigi bir kitap. Kisisel cikarlarimizin ve hayat mucadelesi denen zirvanin insanlari nasil kotu bireyler haline getirdigini cok guzel goruyorsunuz. Acikcasi hayatimda sik sik geriye donup okuyacagim bir eser.

Sikiyonetim: Albert Camus'un eseri. Diyaloglar halinde yazilmis bir kitap. Kitaptaki hikaye Cadiz sehrinde geciyor. Ortacag'da Ispanya'yi kavuran Veba hastaliginin etkisi siyasi bir sekilde anlatilmis. Veba bu kitapta kisilestirilerek diktatoryel bir rejim haline getirilmis. Su anda bizim icinde bulundugumuz ulke hakkinda cok iyi bir cikarim yapilabilecek bir kitap. Bu arada teror olaylari sonrasi klise sekilde olayi sadece lanetleyenlere karsi soylenen "Insanlar yillarca vebayi lanetledi ama cozum asiydi" sozu de muazzam bir tespit bana gore.

Hasta Toplumlar: Robert Edgerton kitabi. Eski caglarda toplumlarin nasil ilkel yasadigini bircok arastirmacinin kaynaklarina dayanarak anlatilan kitap. Gunumuzde yasayan insanin aslinda en modern sekilde yasadigi gorulebilir. Ozellikle kadina karsi kullanilan siddet ve onlari ikinci sinif vatandasi olarak gorme cok talihsiz. Zulu Kralligi'nin lideri Shaka sanirim Hitler'le birlikte tarihin gordugu en vahsi kisiymis. Cin'de yapilan iskence turleri, Afrika ve Orta Asya'daki ilkel gelenekler sizi soke edecektir. Ozellikle olen kocalarinin arkasindan kendini tereddutsuz atese atan kadinlar ve onu buna zaman zaman zorlayan toplumlar hakkinda nasil bir dusunce sistemi gelistirmem gerekiyor bilmiyorum. Sanirim, bilimin gelismesine saygi duymaktan baska bir sey elden gelmiyor. Noroloji, psikoloji, felsefe ve diger bircok alanin gelismesi bu sacmaliga son verdirtmis. Yine de insanin irrasyonel bir varlik oldugunu dusunursek bu sacmaliklar ilkel kabilelerde surmeye devam edecek.

Mutsuz Olmak: Wilhelm Schmid'in eseri. 10 bolumden olusuyor ve aslinda mutsuzlugun da hayatin bir parcasi oldugu uzerine yazilmis faydali bir psikolojik eser. Kisisel Gelisim'den tamamen alakasiz oldugunu belirteyim. Icindeki seni ortaya cikar tarzi icibos cikarimdansa, her anin ayri ayri nasil kavranabilecegi ve buna nasil bir reaksiyon vermeniz gerektigini cok iyi anliyorsunuz. Kesinlikle oneririm.

Kizilbas Turkler: Tarih'te alevilere karsi uygulanan ayrimciliginin sebeplerine inen ve bircok seyin aslinda temelsiz oldugunu gosteren Nihat Cetinkaya kitabi. Yarisina kadar okuyup sikildim; cunku islami isim ve soyisim gormekten gina geldi. Toplumun her kosesinde her gun gordugumuz Arabi seyler gercekten bir sey katmiyor bana da. Yine de Cahiliye Devri'yle baslayan hashasi ve emevi ayrimini cok iyi anlatiyor. Emevi ve Abbasi'lerin Turk'lere yaptigi zulumu ogrenmis oldum. Zulumden kastim da ISID gibi vahsi seyler. Sebepsizce kafalari kesilen binlerce Turk ornegin. Anadolu'ya girmeden once Horasan'dan geldigimizi de bilmiyordum. Bu ve bunun gibi detaylar icin okunabilir ve size eglenceli gelebilir. Ilerleyen zamanlarda kaldigim yerden devam edecegim ama su an sikildim okurken. Bir de kitabin kapagi kesinlikle bir kitap icin cok onemli. Can Yayinlari'nin sadece basimlarina bayiliyorum bu yuzden. Bu kitabin kapaginda bile varosluk goze carpiyordu.

Karamazov Kardesler: Dostoyevski'nin kitabi. 2012'de almistim ama 100 sayfa okuyup sikilmistim. Daha dogrusu icimdeki sikintilar agir basmis ve kitabi okumayi birakmistim. Simdi tekrar basladim ve ozellikle son 600 sayfayi 4-5 gunde okudum. Rusya'da 19.yy basinda bir aileyi goruyoruz bu kitapta. Fyodor Ivanovic ve 3 cocugunun hikayesi. Spoiler vermek istemiyorum, bu yuzden icerikle ilgili bir seyler yazmayacagim ama kisilerin karakter analizi sanirim insanlik tarihinde daha iyi yapilamayacak. Insan psikolojisini derinlemesine bu kadar iyi anlatan bir isim de gelmeyecek. Kafamda bir kitap fikri var, buyuk ihtimal yayinlanmaz ama en azindan kendim de okuyabilirim ve burada izleyecegim yol kesinlikle Dostoyevski'nin yolu. Bu kitapla ilgili en ilginc hissiyatlarimdan biri de Rusya'nin karli kisinda resmen sokaklarin icinde yer aldigimi hissedisim. Kesinlikle filmi cekilmemeli bu eserin. 1958 yapimi bir film var ama 21.yy'da yapimcilarin bu eseri yayinlamamalari esere golge dusurmemis simdilik. Her olagandisi durumu filme alan Abd'den boyle bi yazar ciksa sanirim IMDB listelerinde bir degisiklik yaratirdi. Kitaptaki 3 kardeslerden biri olan Alyosa karakterini Dostoyevski gercek hayatta 3 yasinda kaybettigi ogluymus gibi anlatmis. Zaten, kitabin gectigi butun hengamede tek akli basinda kisi Alyosa olsa gerek. Kesinlikle oneriyorum bu kitabi. Gelmis gecmis en iyi kitap demem icin en azindan 100 tane temel eser okumam gerekiyor ama eminim ki bundan iyi yazilan bir kitap olmadi ve olmayacak.

24 Aralık 2016 Cumartesi

Alpha Male'in Bana Hissettirdikleri

Alpha Male, Royksopp'un 2005 cikisli The Understanding albumunden bir parca. Kanimca en iyi Royksopp parcalarindan birisi. Bu yaziyi yazarken odamda karanlik ve soguk bir ortamda bu sarkiyi aniden dinleme istegim olusmustu. Sarkinin buyuleyici etkisi karsisinda hislerimi kaleme dokmek istedim; cunku ne zaman bu sarkiyi dinlesem icimden bu hisleri yazmak gelirdi ama useniyordum.



Oncelikle Alpha Male, Alfa erkegi demek Ingilizce bilmeyenler icin. Alfa Erkegi de toplumda baskin olan, one cikan erkek olarak nitelendirilebilir. Zaten alfa, Yunan Alfabesi'nin ilk harfi oldugundan, bu terime de alfa denmesi surpriz degil. Sarkinin adinin neden Alpha Male olduguna dair ise internetten arastirinca YouTube yorumuna rastladim. Ama mantikli geldi. Soyle diyor:

a: why the song title is alpha male? whats the relation of the music with an alpha male?
(Sarkinin adi neden alfa erkegi? Muzigin Alfa Erkegiyle iliskisi nedir?)

b: they (royksopp) called it alpha male because they saw the life of a wolf in it.
(Ismini alfa erkegi kodular cunku icinde bir kurtun yasamini gorduler)
that's why the music gets; fuller and wilder after a few minutes.
(Bu yuzden birkac dakikadan sonra muzik daha dolu ve vahsi oluyor)
at the end the song slows down, that's their interpretation of the wolf gettin older and tired....
the alpha male has an hectic life, so to speak...
(En sonda, muzik yavasliyor, bu da kurtun yaslanmasi ve yorulmasi olarak yorumlanabilir... Tabiri caizse alfa erkegi atesli bir hayata sahip)

Bu sarkinin bana hissettirdiklerine gelecek olursak, kesinlikle cocukluguma donusumu hissediyorum. Hatta sene olarak 1998 veya 1999 bile diyebilirim. Mekan olarak da kendimi ailemle birlikte arabayla Tekirdag'a giderken hayal ediyorum. Dedem, anneannem ve diger akrabalarimizla koyde biraraya geldigimiz zamanlar. Yolda gunesin batisini goruyorum. Gokyuzu turuncu. Hatta 3 ay yazin orada yasardim. Anneannem koydeki evin bahcesinde bana hamak kurardi, orada yatardim. Kuyuya su doldurup icinde oynardim. Incir, dut, uzum, elma, armut, nar agaclarindan meyveler yerdim. Ya da ara ara gundondu tarlalarina gidiyorduk. Traktore sanirim arabadan cok binerdim. Tabii, cevremdeki herkesle mutluydum. Deli gibi top oynardik. Bir de bizim koye ozgu sanirim, kola yerine karasu derlerdi nineler. Kime gitsem karasu verirlerdi. Hayatimda bir sekilde tanidigim insanlarin %95'ini henuz daha tanimamistim. Yine de en sevdigim insanlarin yaklasik %50'sini coktan tanimistim bile. 

Yani mitolojik olarak yapilan cennet tasvirleri benim icin bundan daha iyi bir his yasatamazdi.

Benzer hissiyati California'ya gidince de yasadim. Bunu ama zaten gitmeden hissediyordum. Full House jeneriklerinin ozellikle etkisiyle boyle hissediyordum. Amerikan Kulturu'ne inanilmaz sekilde maruz kalmamizin bir sonucu. Gelecekte bu hissiyati yasamayi planlamak guzel bir duygu. Hatta kafamda su sekilde canlaniyordu. Mezun olduktan sonra 3 sene calisir ve Bati Yakasi'nda bir MBA'e kabul alip oraya yerlesirim diyordum. Stanford veya Berkeley MBA hatta okullar. Bu okullar normalde girmesi zor ama MBA icin bir okula girmek PhD kadar zor degil diye dusunuyorum. Neticede PhD ucretsiz ama MBA'de ucret ediyorsunuz, ise donuk bir program sonucta. Burada da hatta arkadas grubum olacakti ve onlarla mutlu sekilde yasayacaktim. Turkiye'de donen ici bos tartismalar zerre umrumda olmayacakti. Hayatima surekli yeni bilgiler katarak manevi tatminimi de maksimum seviyeye cikaracaktim. 

Fakat, hem ilk hayal fiziken imkansiz hem de ikinci hayal ulasmasi cok zor gozukuyor su anda. Bunun bende yarattigi uzuntu de icimdeki heyecani azaltiyor ve yerini hayalkirikligina birakiyor. Aslinda sarkida 2:20'ye kadar olan duragan kisim benim icin guzel hayalleri simgelerken, sonra baslayan atak kismi yerini uzuntuye birakiyor. Sarkinin sonunda gelen yavaslama ise muhtemelen hayatimin sonlarina dogru yaslilik durumunda - eger yasarsam - yasayacagim pozitif kabullenmeyi simgeliyor; cunku ne olursa olsun hayatin icinde bulunan tecrubeler hayati olusturur. Bunun iyiligi ve kaliteliligi para veya mutlulukla mi olculur yoksa bilgiyle mi net bir cevap verilemez. Yasanan tecrube her zaman bir artidir ve alinan her nefes aslinda tecrubeye denktir. Vucudun kendince yaptigi anlik olan milyonlarca bilimsel olay bile hayatin anidir. Bu sonda bahsettigim mutluluk da iste sarkida huzunle aniliyor. Binaenaleyh, hayata karsi hissettigim duygularin tam tersi yansimasi bu sarkinin akis ritmi. Bu yine de bu sarkinin mukemmelligine golge dusurmuyor.

6 Kasım 2016 Pazar

Gaziantep Gezisi

Tostcu Erol'da Atom Hazirlama Sureci
Gunubirlik Gaziantep gezisi kagit ustunde guzeldi. Oyle de oldu. Ama genellikle yiyecek uzerine kurulu bir plandi. Nevsehir’in dogusuna bir kere Erzincan’a giderek gecmistim. Bu listeye Gaziantep de eklendi. Bu arada Antep’in Istanbul’a 1100 km mesafede oldugunu soylersek arabayla 10 saatte rahatlikla gelinebilir. Instagram'im olmadigi icin, birkac yemek fotografi buraya koymayi tercih ettim. Karninizi aciktirirsam kusura bakmazsiniz artik.

Ilk olarak Tostcu Erol’a gittik. Acikcasi, internette kendi reklamini yaptigini gormustum. Atom tostunu iki kisi paylastik. Cok begendim. Eger Swarm’da check in yaparsaniz soda da ucretsiz oluyor :) Sosyal medyayi bu kadar iyi kullanmak bir ticari basari. Snapchat'ten bile siparis aliyormus. Youtube kanalinda cok abone sahibi olmanin para kazandirdigini da biliyor, ve buradan da videolar yukleyerek isi buyutmek istiyor. Tostu yerken mekanin ufakligiyla gelen musterilerin sayisinin ters orantili olmasi kafamda istemsiz buranin aylik karini hesaplamaya itti. Sonuclar dudak urperten cinstendi :P Gordugum en iyi musteri agirlamayi burada gordum. Istanbul’a sube acmayi dusunmuyormus Tostcu Erol ve bence de su an mantikli bir karar.
Halil Usta'nin Kuslemesi

Ardindan hemen Katmerci Zekeriya Usta’ya gittik. Cok fazla vakitli plan yapmadik; cunku acikcasi tedirginlik de vardi. Isid saldirisi ihtimali bizi korkutuyordu. Carsi’nin icine gelince bile korktuk. Katmercide de bir porsiyon katmeri paylasiriz dedik ama porsiyon bildiginiz mega boyutta geliyor. Ben cok yemeyi severim ama bitiremedim hem de paylasmama ragmen. Lakin, katmer icin internette daha iyi bir lezzet yok gibi yorumlar yapiliyordu. Bunu abarti buldum. Cok begenmedim ve cok agir geldi bana. Kalp krizi tetikleyicisi bir tatliydi. Burada Tripadvisor ve Yelp uygulama afislerinin asilmasi yine muthis bir pazarlama taktigi. Yurtdisindan gelen yabanci turist icin en onemli referans noktasi bu iki uygulama neticede.

Daha sonra Zeugma Muzesi’ne gittik. Muze Kart oldugu icin ucretsiz girdim ve muzeyi begendim. Eserlerin aciklamalarinin yarisi tarihi eser kacakcilarindan nasil kurtarildigina ayrilmis. Sanirim bu bolgede bulunan eser kadar kacirilan eser de var maalesef. Muzede kulaklik almanizi oneririm; cunku %80 eser aciklamasiz ve kulaklikla aciklama var maalesef. 10 TL su anda kulaklik ucreti. Muzedeki eserlere dokunan insanlar da gercekten trajikomik ama artik bu ulke insani hakkinda pek konusmak manali degil, bosa kurek cekmek bu cunku.
Zeugma Muzesi

Ardindan Muze yanindaki Halil Usta’ya gittik. Gittigimiz yol boyunca tabelalar arapcaydi ve resmen Isid kalintili bir mimariye gidiyor gibiydik. Fikirtepe’nin luks kalabilecegi bir muhitteydik. Iceri girince kalabalik sasirtti. Burada bir porsiyon kusleme ve karisik et yedik. Et cok lezzetliydi. Istanbul’dakilerden farkli gercekten. Etin kalitesinin yaninda baharat da vardi etin icinde.

Buradan sehir merkezine yuruduk. Kocak Tatlicisi’na gittik. Genelde rotalar zaten basta dedigim gibi yemekciler uzerinden planlandi ama bu sirada zaten sehri de gorme sansimiz olacakti. Kocak’ta bir tane baklava ve sobiyet yedik. Ben ayrica bir fistik baklavasi yedim, hani tamami yesil olan. Yedigim en guzel tatli buradaydi. Eve de paket yaptirdik. Zaten her gun Istanbul’a ucak gidiyormus kargoyla, oeh dedim. Buranin ardindan, Imam Cagdas’a geldik. Gelmeden once bakircilar carsisi’ndan gectik. Bakir isciligi cok muazzam yetenek istiyor. Lakin kalabalik bolge oldugu icin cok duramadik, patlama ihtimali bizi korkuttu. Imam Cagdas’da Alisan’i gordum, bu hayatima bir sey katmadi tabii ki. Iceride Istanbullu oraninin fazlaligi cok net bir sekilde goze carpiyordu. Bu da otomatik olarak buranin marketing’inden kaynakli insanlar tarafindan tercih edildigi fikrini akla getirdi. Ali Nazik ve Lahmacun yiyecektik ama vucudumuzda yer kalmadigi icin lahmacun ve ayran siparis ettik. Ayran buyuk bir kasede ve minik kepceyle geliyor. O kepceden iciyorsunuz. Lahmacun bana cok ekstrem iyi gelmedi. Buradan da eve tatli goturduk.

Sabah 7 ucagina binip aksam 5 ucagiyla donduk. Bu geziye ekstra olarak Antep Kalesi’ni ziyaret edebilirdik ama tehlikeli olur diye dusunduk. Bakircilar Carsisi’nda ve o civarda daha fazla vakit gecirebilirdik. Toplamda 2-3 saat daha fazla kalabilirdik. Neticede bir gunde tamamlanabilecek bir yer Gaziantep. 
Muazzam Kocak Baklavalari


Buraya gelmeden once insan yiyecekler cok ovulunce ister istemez orgazmik bir zevk bekliyor. Beklentinin yuksek olmasi sizde maalesef normalde lezzetli olan yiyeceklerin hayalkirikligi hissiyati yaratmasina seebep oluyor. Burada yedigim 5 lokanta da aslinda lezzetli yerler ama cok bekledigimi alamadim. Kocak'taki baklava gercekten beklentinin yarattigi baskiya ragmen orgazmikti. Bu arada orgazmik diyorum; cunku cinsel ihtiyaclar gibi karin doyurmak da biyolojik bir talepten doguyor, dolayisiyla dogal. Bunun zevkini yasamanin kotu bir yani yok. Halil Usta'nin eti de cok iyiydi. Tostcu Erol lezzet olarak muazzam degil ama sunumu cok guzeldi ve cok guleryuzluydu. Neticede olarak kocak > halil usta > tostcu erol > imam cagdas > katmerci zekariya usta siralamasi oldu bende. Ama tabii bunlar subjektif degerlendirmeler, benim kisisel zevkim uzerine kurulmus. Katmerci Zekeriya Usta hakkinda halbuki internette tonla guzelleme de var.

Kizlari maalesef guzel degil. Bir de dogu aksani cok net belli oluyor. Sehrin 2/3’u varos. Ama bu az once dedigim gibi Fikirtepe varoslugu degil, daha cok Isid’in gercekten burada teskilatlanacagi kadar dusuk varosluk. Insanlari inanilmaz iyiydi. Gittigimiz her yerde musteriye cok onem veriyolar. Taksicilerle muhabbet de cok eglenceliydi. Hepsi cok iyi insanlardi. Istanbul’un tam tersi. Sanirim burada kalabalik ve trafik insanlari artik zombiye cevirmis. Nefret var sadece. Antep halki Fatma Sahin’den cok net nefret ediyor. Hatta Feto’den filan iceri girer diye uman da cok kisi varmis. Buraya gelmeden once Antepliler kafamda tipik Anadolu Comari olarak canlanirdi ama pek oyle degiller. Yani bir baska onyargimi da yikmis oldum. Hem gereksiz ego, hem de gereksiz yargilamanin yanlis oldugunu bir kez daha yasayarak ogrendim. 

3 Kasım 2016 Perşembe

Carsamba Aksamustu Soylesileri

Aristoteles'in yasaminin 2400.yilina ithafen, Kadikoy'de Tarih - Sanat - Edebiyat Kutuphanesi'nde duzenlenecek bu etkinligi internette tesadufi bir sekilde gordum ve bi arkadasimla gittik. Birincisi bu etkinligi tesadufi sekilde gormem kimin sucu bilemedim, ortada bi suclu olmali mi onu da bilemedim. Lakin, etkinlige yarim saat once gidince fark ettim ki onceden ucretsiz biletleri temin etmek gerekiyormus. Iceride 120 kisilik kapasite vardi fakat disarida da bir o kadar insan vardi. Biz de cam kenarlarina filan oturarak iceri girdik. Tedbirimi alarak gelecek hafta etkinligi icin 2 kisilik bilet aldim ama.

Ioanna Kucuradi’yi daha onceden taniyordum. Ama yayinlarini takip ederek degil de, sevimli nenemiz ve felsefe’nin bu ulkede oncu isimlerinden olarak. 80 yasinda kendisi ve allah uzun omur versin diyelim.

Etkinlik Afisi
Etkinligin ismi afisten de goruldugu uzere “Platon’u Ortacag Gozluklerini Cikararak Okumak”. Hoca burada eserlerin cogunun ortacag’da ikinci elden cevrilerek yanlis anlasildigini belirtiyor. Ikinci elden kastim eseri orjinal dilinden cevirmemek. Gunumuzde de bu sorunun devam ettigini, hatta Almanya’da butun felsefi egitimin bu sekilde oldugunu belirtti. Kendisi bir Rum Turku oldugu icin Eski Yunanca bilgisi cok ust seviyededir, dolayisiyla bu tarz elestirileri en yapmasi gereken kisi oldugu da asikar. 

Menon’la Sokrates’in erdem uzerine tartismasini anlatti hoca. Sokratik Metotlarla Menon’un aslinda erdem tanimini bilmedigini fark ettirdigini soyledi. Aslinda Sokratik Metodu kullanarak gunumuzde bircok tartismadan rahatlikla ustun cikabiliriz ama bu metodu kullanmak icin de kafanin baska seylerle mesgul olmamasi lazim. Ben mesela bu noktada eksik bir durumdayim ve basarili bir Sokratik metot kullanicisi su an olamam.

Platon zamanindan gelen gercekligin 3 sekilde olabilecegi fikrinden bahsedildi. Birincisi zaman ve mekanda varolan gerceklik, ikincisi idealarin gercekligi ve ucuncusu de gercekligin potansiyeli. Yani, atiyorum bir doktora ogrencisinin ileride akademik hoca olmasi gibi. Ya da Turkiye’de bir hayvanat bahcesi mudurunun Tubitak Baskan Yardimcisi olmasi gibi. 

VIP Tribununden Selamlar
Hoca, ayrica fictional karakterlerden korkmanin manasizligi uzerine de cok durdu. Cin, peri vs. aslinda insan uretimi ve bundan korkmanin hickimseye bi faydasi da yok. Burada aslinda dine de bir gizli elestiri vardi. Cocuklar icin dovus oyunlarinin zararindan bahsetti. Harry Potter’la ilgili bir soruda da aslinda kibarca zirva demis oldu bu konu icin. Ben de yakin zamanda Harry Potter, LOTR ve genelde yuksek butceli Amerikan Yapimlarinin kapitalist sistemde yaratilmis, genelde gereksiz urunler oldugunu dusunuyorum. Piyasada alicisi cok fazla oldugundan populerler. Zaten yuksek butceli maliyeti cikarmak icin de piyasada cok alicisi olmali. Hocanin da benimle benzer dusuncede olmasi beni mutlu etti.

Hayali karakterlerden korkmayi anlatirken hoca bir de ornek verdi. Bir kisi kendisini arpa tanesi saniyormus, bu yuzden de tavuk gorunce kaciyormus. Etraftaki insanlar bu kisinin deli olduguna karar vermis, Bu kisiyi hastaneye yatirmislar, tedavi ettirmis ve iyilestirmisler. Doktorla beraber disarida gezerken tavugu goren ayni kisi tavuktan kacmis. Doktor hani iyilesmistin, niye kaciyorsun diyince, tavuk beni hala arpa tanesi saniyor demis :)

Aslinda, zaten hocayi dinlerken cok rahat fark ediyorsunuz, kendisi gercekten bilge bir insan. Bizim ulkede degil 10 bence ilk 3 icinde rahatlikla yer alir. Konusmasindan aslinda bir hazine oldugu acikca ortada oluyor. Tahminimce 15-20 yasinda basladigi felsefe okumalarina 60-65 yildir araliksiz devam ediyor. Bircok dil biliyor. Akil sagligi hala yerinde. Zannediyorum ki bircogumuzun maksimum limiti kendisi olurdu bilgi konusunda. O yuzden bu kisinin dusunceleri de cok onemli. Bir seyi bilmiyorsaniz o konu hakkinda konusmayin diyor. Yine toplumda bilge kesimin sikca dile getirdigi bir tavsiye aslinda. Burada Sokratescilerin zamaninda yaptigi yanlistan da bahsetti. Bir seyi biliyorsam o seyi arastirmama gerek yok; cunku o seyi biliyorum zaten. Bir seyi bilmiyorsam da o seyi arastiramam; cunku o seyi bilmiyorum ve bilmedigim bir seyle ilgili neyi arastiracagimi da bilemem. Buna karsi direkt olarak arastirabiliriz dedi :) 

Albert Camus’un sikiyonetim kitabini onerdi kendisi ayrica. Etkinlik toplam 1.5 saat surdu ve bunun yarisi soru-cevap seklindeydi. Acikcasi ortamda ortalama birisi rahatlikla 100 kitap okumustur. Cok bilgili insanlar vardi. Bu yuzden soru sormaya cekindim. Sorsaydim da, 21.yy’da Platon yasasa fikri yapisi nasil degistirdi diye soracaktim. Ideal Devlet fikri ne sekle gelirdi merak etmiyor degilim. Gerci bircok tarihsel kisinin gunumuzde yasasa bizleri hayalkirikligina ugratacagini dusunuyorum. Ornegin, Mevlana Metrobus’e aksam ayakta binse her gun is cikisi, gercekten Mevlana olur muydu? Bunu ciddi olarak soruyorum. Ayrica, bircok kisi basic Platon bilgilerine sahip olarak gelmisti etkinlige. Bu da cok iyiydi. Sorularda zaman zaman Diyaloglar’dan belirli pasajlar uzerine tartismalar da oldu. 

Etkinlikte soru - cevap olurken olayin siyasete gelecegini tahmin ediyordum tabii ki. Inanc uzerinden cok fazla soru geldi. Genelde din ve islamiyet’e laf atmalar oldu. Hoca, burada inanci sadece dinle sinirlamamak gerektigini fark etti ki bence de cok guzel bir uyariydi. Mesela ben kendimin zeki oldugunu inanabilirim ama bu dogru olmayabilir. Bu da bir inanctir. Hoca da buna benzer bir ornek vermisti. Lakin genel olarak ulke gidisatindan cok mutsuz oldugu ortada kendisinin. Hatta internette bi yazi gordum, yine muhtesem bir ozetlemeydi.

"Yaşamda öyle anlar vardır ki iki değer çatışır. bu duraksatır insanı ama yaşam durmadığı için bir seçim yapmak gerekir. işte trajedi böyle bir şeydir.” 

Su alinti zaten bizim butun ulkeyi ozetliyor bence. Bir tarafta beyni zehirlenmis ve tamamen 7.yy Arabistan dunyasina gore yasayan kitle ve diger tarafta ozgur dusunceye sahip ve gelisimi surdurmek isteyen bir taraf. Bir taraf ulkenin %70’i ve digeri %30’u bence. Demokraside maalesef cogunlugun sesinin dedigi oluyor. Bu maalesef cikmaz nokta. Hoca da bunun farkinda. 

Bu arada, etkinligi duzenleyen Kadikoy Belediyesi’ne tesekkur etmek gerekiyor. 2013’te o kadar onemli bir lokasyona kutuphane kurup bu etkinligi duzenlemek Turkiye icin fazlasiyla utopik. Bunun, Fatih’te filan oldugunu dusunelim. Etkinligi taslarlardi. Hatta hoca da Rum oldugu icin daha kotu seyler de olurdu muhtemelen. Zaten, etkinlik bileti olmayan yaklasik 120 kisi hicbir olay cikarmadi ve ayakta izlediler etkinligi.

Etkinlik cikisinda Kadikoy’de Fornello Pizza’ya gittik. Buyuk boy bir pizza ve icecek 25 TL tutuyor. Acikcasi fena bir mekan degildi, denemenizi tavsiye ederim. Kalan 3 etkinlige de gidecegim, zihnen doyurucu bir etkinlik oluyor gercekten.

30 Ekim 2016 Pazar

Black Mirror Ilk Sezonu

Black Mirror’un bir bolumunu arkadasimla zoraki izlemistim. Yakin zamanda dizi izlemeyi azaltmistim. Bi ara neredeyse her gun izledigim dizilerin yeni bolumleri cikiyordu. The Wire, Friends izledigim en guzel dizilerdi. Prison Break’in ilk sezonu da bu kategoriye girebilirdi. The Wire konu olarak drama denebilir, Friends ise sitcom turunde bir dizi. Bu kadar farkli iki turu sevmemin en onemli sebebi kaliteli bir kurguya ve oyunculuklara sahip olmasiydi. 

Black Mirror da bu listede ilk sezondaki haliyle en tepeye gelecek bir dizi benim icin. Her bolumde farkli oyuncular oynuyor ve konular tamamen birbirinden bagimsiz. Ilk iki sezon 3’er bolumden olusurken 3.sezon 6 bolumden olusmakta. Konu olarak distopik hikayeler anlatiyor. Yani gelecege dair ickarartici, insanlik icin kotuye giden konular, baskici bir toplum anlayisinin hakim oldugu surec.

Simdi ilk sezonun ilk 3 bolumunu ozetlemek istiyorum kendimce. 

The National Anthem: Dizide simdiki zamanda olan tek bolumdu. Dizinin ilk bolumunde Ingiltere basbakani bir telefonla uyanir. Telefonda prensesin kacirildigi haberini alir. Prensesin serbest kalabilmesi icin ogleden sonra 4’te tum televizyonlarin canli yayiniyle bir domuzla iliskiye girmesi gerektigini soylerler. Gun icinde prensesi kurtarma calismalari sonuc vermez. Prensesin ozgul agirligi basbakandan agir gelmektedir, ve kendi ekibinden de bu girisimi yapmazsa ailesi ve kendisinin tehdit altinda kalabilecegi soylenir. Neticede malum olay gerceklesir.

Basbakan domuzla ayni ortama girince domuzun cikardigi sesten sonra resmen midem bulandi. Teroristler kafasi calisan insanlardan olussaydi gercekten terorun igrendirecek bircok alanda etkili olabilecegini goruyoruz. Lakin, gunumuzde en yaygin teror sekli beyni yikanmis teroristlerin kendini patlatmasi sanirim.

Bu arada prenses olaydan yarim saat once serbest birakilmisti. Fakat herkes ekran basinda oldugu icin kimse bunu fark edip basbakana haber bile veremedi. Bunu sonradan ogrenen basbakanin ekibi bunu basbakandan gizleme karari aldilar. Yine, siyasetin kirli oyunlarina bir gonderme. Bolumun sonunda bu olayi kimin organize ettigi bilinmiyor. Bu dizide en sevdigim seylerden biri bircok sorunun gizemli kalmasi ve size yine bu senaryolarin gercek hayatta uygulansa neler olabilecegini dusundurmesi. Dusunsenize, butun bunlar malum sahsa oluyor. Peki ya size boyle bir sey teklif edilseydi? 

Fifteen Million Merits: God Bless America tarzinda cekilen birbaska bolum. Son zamanlarda biraz klise haline gelen elestiri turu. Toplum tamamen uyutuluyor, siradan insan vaktinin buyuk cogunlugunu calisarak geciriyor, ve ihtiyaci olmayan seye ihtiyaci varmis gibi hissettirilip hayati boyunca bunu kazanmanin pesinden gidiyor. 

Bolumde bize eslik eden oyuncularin ilki, sarkici olmak istiyor ve pornocu olarak kolelikten bir nevi kurtuluyor. Buna hirslanan asil elemanimiz da sahneye cikmak icin gerekli calismayi aylar sonunda tamamliyor ve kendini sahnede buluveriyor. Cok sert sistem elestirisi yaparken bir anda sistemin kendisinden gelen muthis teklifi kabul ediyor ve kolelik zincirinden kurtulup piramidin ust basamaklarina ilerliyor. Maslov’un ihtiyaclar hiyerarsisi’ne bakmalisiniz. Gunumuz versiyonu da Acun vs. gibi kisilerle ozetlenebilir. Cok sevdigim podcast olan Wait Wait Don’t Tell Me bile bu konuda aslinda. Daha da kotusu, butun bunlari bir diziden izlemek bence cok ironik. Elestirdigimiz sistemi sistemin bizzat kendisinden izliyoruz.

Bu dizide en cok mest oldugum seyler aslinda detaylarin muazzam olmasi. Asil elemanimizin asik oldugu kiz sarkici yerine porno oyuncusu olunca elemanimiz bu sahneleri odasinda izlemek istemiyor. Lakin ekrandan gozlerini cektigi anda sistem uyari veriyor. Insanlarin sanal yansimalari yarismada seyirci olarak yer aliyorlar. Sistemin klasik uyeleri pedal cevirirken goruluyor. Kendini star sanan bir nevi American Dream’e ait oldugunu hisseden ama ayni oranda yeteneksiz olan kizimiz canli yayinda istedigini alamiyor, o kadar calismasi bosa gidiyor. Bi de asil elemanimiz sahnede sistemi elestirirken seyirciler alkisliyor, fakat juri uyeleri kendisini sistemin ust basamaklarini onerirken seyirciler yine alkisliyor. Mal misiniz demek istedim. Tam klasik koyun gibi gudulen halk davranislari. E zekasi dusuk insanin her yerde zekasi dusuk. 

The Entire History of You: Bu bolumde de gelisen teknolojiyle beraber butun yasadiklarinizi kaydedebiliyorsunuz. Isterseniz bazi anlari hafizanizdan silmeniz mumkun. Bir nevi Levh-i Mahfuz. Bu bolumde esas elemanimiz karisinin onu aldattigini fark ediyor. Tabii, bunu fark etmek icin cok fazla detaya inip bircok ani tekrar tekrar izlemesi gerekiyor. Insani kafayi yedirtecek cinsten gercekten. Mulakata giren elemanimiz bunun iyi mi kotu mu gectigini anlamak icin tekrar tekrar izliyor mulakati. Insani bir seyi kafaya takinca cildirtacak cinsten. Bu arada takim elbisenin altina kirmizi corap nedir...

Bunu gercek hayata uyarlayinca ne gibi faydalari ve zararlari olur bilemedim. Supheliler kolaylikla yakalanabilir dicem, bizim ulkede delillerin silinmesi malum. Ali Ismail Korkmaz icin kameralarin silinmesi biliniyor. Kaldi ki bizde hukuk filan yok ya ne delili. Ama global olarak ise yarar tabii. Bunun disinda kisilerin yalan soylemesinin onune gecilebilir gibi. Daha dogrucu bi hal alabiliriz. Bunun korkusu hep uzerimizde olabilir. Acikcasi kendi pembe yalanlarimla yasadigim su anki hali tercih ederim. %100 dogrucu davut olmaya gerek yok. Zaten, bu yuzden bu bir distopya dizisi. 

25 Ekim 2016 Salı

Yakin Zamanda Okuduklarim



Bu aralar 3 tane kitap okuyorum. Tabii, Turkiye’de basili kaynak miktarinin az oldugunu fark etmek cok kotu bir tecrube. Okudugum bu kitaplardan ikisini sanal ortamda okumak zorundayim. Bu durumu hic sevmedigim de bir gercek. Yolda okuyorum zaten genelde ama yine de rahatsizim. Neyse, kitaplara gelirsek.

Kurk Mantolu Madonna: Bunu acikcasi okumak aklimda cok uzun vadede vardi. Yani belki 30’larimda filan okurum diyordum. Ama malum yasanan magazin efsanesi benim de bu kitaba yonelmeme sebep oldu. Kuzenin evinde de kitabi gorunce okumaya basladim ve daha sonra kendim gidip aldim. Kitap 159 sayfa ve fiyati 12-13 TL’den fazla olmaz hicbir yerde. O yuzden bir gunde rahatlikla bitirebilirsiniz. 

Edebiyat’a, ozellikle Turk Edebiyati’na karsi cok ilgim olmadigi bir gercek ama Eski Turkiye’den :P birileri cok sevilmisse otomatik olarak o kisiler alaninda cok iyi ve muthis cozumleme yetenegine sahiptir diye dusunuyorum. Sabahattin Ali icin de durum boyle. Kitabin hikayesi cok duygusal, spoiler vermek istemiyorum. O yuzden kitapla ilgili detaylara girmicem. Bu arada, bu kitap sarkici Madonna’yi anlatiyor diyen insanin sokaga bile cikmamasi lazim. Ama dun mesela sabah televizyona bakiyorum Renkli Sayfalar diye magazin programi var ve hala insanlarin iliskilerini konusuyolar. Ayrica cok alakasiz uyduda vs. Ucankus Tv var ve 2001’den kalan Pazar Keyfi arsivini yayinliyolar surekli. Hayatimda daha sacma bir sey gormedim demek isterdim ama burasi Turkiye.

Neyse, konudan sapmayayim, Sabahattin Ali hikayeyi kurgularken kafasinda nasil bir yol izlemis olabilir diye dusundum. Muhtemelen genel olaydan baslayip olayi genelden ozele seklinde detaylandirmistir seklinde tahmin ettim. Olaylari kitaptaki kronolojik sekilde kurguladiysa gercekten muthis saygi duyarim. Bu arada kitabi yazarken askerde cadirdaymis ve bir kolu alcidaymis. Ben bu yaziyi yazarken bile ekran karsisinda ellerim agirmaya basliyor. Ayrica, kendisinin hayatini incelidigimizde cok trajik bir olum yasadigini goruyoruz. Kendisinin “hain” oldugunu dusunen arkadasi onu kamyonda yurtdisina kacmaya calisirken olduruyor. Oldurme sekli de basini tasla ezmek. Gerci bu konuda baska spekulasyonlar da var. Bugunlerdeki cahil ve ota boka “hain” diyen “hukumetimizi coh iyi”, “her yer basbakan” diyen tipler o zaman da varmis. Neyse, ulkede bir aydinin oldurulmesi de maalesef yine sasirtmadi. Gelin kabul edelim, biz bir bok cukurunda yasiyoruz.

TV Ve Sinemada Kemal Sunal Guldurusu: Bu aslinda bir kitap degil. 130 sayfalik Kemal Sunal’in yuksek lisans tezi. Kendisi liseyi 11 senede bitirmis. Universite okurken de tiyatro ve sinemada calismaktan okumaya vakit ayiramamis. Ama daha sonra inat edip okulu bitirmis. Uzerine de yuksek lisans ve doktora yapip bildiklerini anlatma istegi dogmus. Doktora yaparken vefat ettigi icin en son hazirladigi akademik kaynak bu. Maalesef, kitap haline getirilmemis. Ama bence ailesi bunu kitaplastirabilir. Iyi bir alicisi olacagina eminim. Internetten PDF versiyonunu okudum ben de.

Acikcasi Kemal Sunal kendisinin anlatirken biraz egoistce yazmis yuksek lisansi. Sonra yaptigi bir roportaji okudum ve buna emin oldum. Bu biraz itici bir durum bence. Ben kendisi kadar meshur olsam ve sevilsem bu kadar egoist olmazdim diye dusunuyorum. Sener Sen, boyle birisi degil bence. Bu tez, ulkede ve dunyada gulduru tarihini anlatarak basliyor. Sonra, Sunal’in filmlerini ve oyuncu listesini goruyoruz. Turkiye’deki siyasal ortamin - 70’ten 90’a kadar - Kemal Sunal filmlerinin sevilmesi uzerine etkisi anlatilmis. En sonunda da unlu kisilerin Sunal hakkinda gorusleri var. Emre Kongar’in dusuncelerini okumanizi oneririm en azindan. 

Bu tezi okurken fark ettigim bir sey de Sunal’in telif anlasmalarinda bir hakka sahip olmamasi. Daha dogrusu, oynadigi filmlerin telif hakki alinamamis zamaninda ve kendisi bu yuzden trilyoner olacakken cebine para gecmemis. Bugun bile uyduda hala Youtube’dan Kemal Sunal filmlerini 24 saat yayinlayan onlarca kanal var. Natuk Baytan ekolundeki Sunal filmleri benim en sevdiklerim ayrica. Bu arada, Google’a Natuk Baytan yazdiktan sonra cikan ilk seyin “Natuk Baytan Ermeni” olmasi da trajikomik.

Karl Popper: Bryan Magee’nin Karl Popper’i anlattigi kitabi. Bu da 100 sayfalik bir kitap aslinda. Popper’in rasyonel temellerini Bryan Magee anlatmis. Karl Popper’in Celal Sengor’un fikirlerini de buyuk olcude etkiledigi cok acik. Bilimde yanlislanabilirlik ilkesi uzerinde cok duruluyor. Henuz basindayim ama 2-3 gune bitiririm diye dusunuyorum. Bu arada maalesef bu mini kitap da basili halde yok ve PDF halini okumak zorunda kaliyorsunuz. En azindan Turkce’ye cevrilmis. Felsefi metinleri ingilizce okumak cok cok zor bir sey bence. %100 anlatilani her zaman anlamak kolay olmuyor. 

Bu okumalardan sonra su an kafamda net bir sey yok. Arkadasimin bana gonderdigi Psikoloji okumalarina bakicam. Turan Dursun’un Kulleteyn kitabini okuyacagim. Umarim basili halini bulabilirim. 


Son olarak Fehmi Paradox’unu okumanizi oneririm. Bu konuda baska zaman yazarim.

14 Ekim 2016 Cuma

The History of Western Philoshopy Uzerine

Bu kitabi aslinda nasil okumaya basladigimin hikayesini arkadaslarim biliyordu. Sonra tabii, insanlarla paylasip meshur oldum :P

Kitabin Kapagi
Acikcasi tamamen Celal Sengor’un onerisi uzerine baslamistim. Fakat kitabi Turkiye’de o kadar aradim ama bulamamistim. Internette cok rahat PDF versiyonunu bulabiliyorsunuz ama online bi kitap okumak bana hicbir zaman cazip gelmedi. O kitabi elimde tutma ihtiyacim var, ve bu bence okuma motivasyonunu arttiran bir etmen. Neticede, ablam Abd’ye gidince ona siparis verdim kitabi ve ilk baskisini bulmus. Strand Bookstore’de. Yani 1943 basimi :) Bu arada NYC'e giderseniz bu kitapciya kesin ugrayin, muazzam bi yer.

Isminden de anlasilacagi uzere Felsefe’ye giris kitabi ve bircok akimin ozetini geciyor bize. The Story of Philoshopy ve Sofie’nin Dunyasi’na cok benziyor. Eger yasiniz 20’nin altiysa Sofie’nin Dunyasini oneririm. Gorsel olarak Story of Philoshopy bu kitaplar icinde en iyisiydi. Zaten dergi seklindeki basimini okumustum ben. Dahasi bircok fikri ozet seklinde ve daha Bilal’e anlatir gibi anlatiyordu. Konu cok net ve guzel orneklerle aciklanmisti. Sadece Filozoflar degil; Einstein, Newton vs. gibi fizikciler de tarih sahnesinde yerini almisti bu kitap icerisinde.

The History of Western Philoshopy, toplamda 840 sayfa bir kitap. Size hayatta en son onerecegim sey bir 840 sayfalik Felsefe kitabini Ingilizce okumaktir sanirim. Toplam 6 ayimi aldi bu kitabi okumak. Acikcasi, okuduktan sonra dusunmek icin ara da veriyordum. Bir kere 70 sayfa okumustum ve bu yaklasik 3-4 saatimi almisti. Basimin cok agridigini hatirliyorum.

Kitabin ilk 300 sayfasi Antik Cag Felsefesi’ni anlatiyor. Her sey kronolojik olarak isliyor ve 20.yy’a kadar gecen bir surec var. En sonda Pragmatistler’le son buluyor. Acikcasi Antik Cag Felsefesi icin muthis bir kaynak. Kaldi ki burada yasanan bircok olay, Yunanistan ve Misir da var tabii, Ege’de geciyor. Milet Okulu'nu - Milesian School - okuyunca cok sasirmistim. Tamam, bunda benim de eksikligim var fakat bize okulda hic bunlardan bahsedilmedi. Kendi topraklarin icerisinde Felsefe’ye bu denli yon veren kisiler yasamisken bunlari hic egitimde islememek sanirim bizim ulkemize yakisan bir hareket. Hatta Antik Cag Felsefesi’ni okuduktan sonra gercekten Ege’de antik yerlesim alanlarini gezip bircok dusunurun yasadigi yerleri gorme istegi olustu. Kendilerinin cok degisik fikirlerinin oralarda ciktigini bilmek ve bunu gezerek tecrube etmek cok farkli bir duygu olsa gerek. 

Kitapta Orta Cag oncesi Kilise’nin etkisinden siklikla bahsediliyor. Fakat Orta Cag’da da o kadar tarihsel detaylara inilmis ki, en sonunda yaklasik 50-60 sayfalik kismi atladim. Burada, Papalik mucadelesi ve Bati ulkeleri icindeki Kilise ve Kral arasindaki savaslardan siklikla soz edilmis. Bu konular ilgimi cekmedigi icin ve bircogunu hemen unutacagim icin cop olarak degerlendirdim ve okumadim. Kitapta gereksiz detaylar gercekten mevcut ve bircok konuda yazilan seyi anlamak da zorken, bir de yazilanlar arasi baglantilari yakalayamiyordum. Ornegin John Locke icin neredeyse 50 sayfa yazi yazilmis ama bu daha cok yazarin fazla bilgisini kagida dokme isteginden ileri geliyor. Neticede bu basta soyledigim gibi Felsefe’ye Giris niteliginde ve Bati Felsefesi Tarihi kitabi. Zaten, kitabin elestirisinde de bunlara deginilmis. 

Bu arada kitap yazilirken Hitler fasist bir diktator olarak gorevinin basinda bulunuyor ve yazar yakin zamanda kendisinin tarih sahnesinden silinecegini tahmin ediyor. Kitabi okuyanlar arasinda Einstein’in da oldugunu ekleyeyim. 


Kitap icerigine simdilik girmiyorum, zaten kitap boyunca aldigim notlar bile neredeyse 100 sayfa civarinda. Onlari donup tekrar okuyacagim. Lakin, guzel bir cevirisi cikarsa Turkce’sini oneririm bu kitabin. Ben, simdilik Celal Hoca’nin verdigi ikinci kitaba geciyorum ki maalesef bunun da Pdf versiyonu mevcut sadece.

5 Ekim 2016 Çarşamba

Universite Hayatim Uzerine

Oncelikle bu kisisel bir blog oldugu icin nihai amacim gunluk gibi kullanmak burayi ve bu yazinin ogretici bir yaninin olmamasinin pek umrumda olmadigini belirteyim. Ayrica, yukaridaki baslikta yazan yazinin kaynagi su. Parantez icinde hayatimda en anlam veremedigim olaylar silsilesi Adnan Hoca ve kendisinin etkiledigi muritler. 

Universite’de hazirlik gec baslamisti bizim ve vakit gecirmek icin House MD  izlemistim. Simdi klasik bos zaman aktivitesi olarak House - Best Scenes tarzi videolar izleyince bir anda kendimi sorgular buldum. Universitede ne bekliyordum, ne buldum, okula ne verdim, karsiliginda ne aldim, su an nerdeyim, ne olacagim vs. gibi trilyon tane aklima soru geldi. Ben de gecenin verdigi esrarengiz bir ilhamla yazmak istedim. Hayir hayir, bipolar - manik depresif - degilim, ya da oyle miyim?

Efendim ilkokul ve ortaokul zamani universite mezunlarini bitirdikleri alanlarda muazzam bilgili kisiler olduklarini saniyordum. Buyudukce tabii vasatligin insanligin uzerine yapisan bir leke oldugunu fark ettim. Lise 2 sonuna kadar egitim benim icin yavan bir aktiviteydi. Lise 2’de sinifta kalmanin esiginden donmek hayatima hirs denen olguyu soktu. Evet, hirslanmistim. Sonrasi kendimce cok calismanin urunu ama ayni zamanda bende buyuk beklentiler de yaratan bir donemdi. Cocuklugumda yasadigim kendimce buyuk kabuslari asmak icin bir cikis kapisiydi. Ve isin ilginci kagit ustunde gayet iyiydim. Ama oyle bir ulkedeyiz ki hakikaten tek sinavla universite hayatinin belirlenmesi korkunc geliyor su anda dusununce. O zaman da korkunctu ama el mahkum, calismak zorundasin. 

O zaman o kadar cok calisiyordum ki, bilen bilir selam :P, her seyi omurilige attigimi hatirliyorum. Heyecanli biri oldugum icin sinav aninda sacmalik basima gelebilir diye dusunurdum ve omuriligimle cozeyim sorulari derdim. Acikcasi, istedigim sonucu alamadim kendimce ama worst case scenario da yasamadim. Hatta, disaridan bircok kisiye gore sonucum cok iyiydi. Maalesef, kucuklugumden kalan mukemmeliyetcilik oyununu oynuyorum kendi icimde. Ilk tercihime giremedigim her sonuc basarisizlikti kendi icimde. Ki giremedim de. Bu bende anlamsiz bir sekilde yikim da yaratti sonralari, bunu beklemiyordum ama. Aslinda hirs oldugum icin, en azindan hirsin etkisi sonucu cok calisma, sinav oncesi donemlerde cok buyuk basarilar getiriyordu zaman zaman.

Yani, psikolojiyi saglam tutup duzenli calisinca istedigim her seyi basaririm dusuncesi hakim oluyordu. Koc’ta okudugum icin acikcasi okulun basinda seviyenin dusuk olacagini tahmin ediyordum. Lakin, okulun ilk haftasi gordum ki seviye inanilmaz dusuktu bekledigimden. Bu bende cok agir bir uzuntu yaratmisti; cunku ne olursa olsun bu insanlarla mi ayni sinifta mi olacagim diye uzuntuye kapildim. Neticede ortada bir emek vardi, ve emegin parayla somurulmesine en birinci dereceden tanik olmak bence bir yikimdi. Halbuki bircok kisi bunu firsata dusurup yuksek GPA yapip cok iyi firmalarla mulakatin kapisini acabilirdi. Mesela, Oliver Wyman 3.5 altini mulakata almiyor ve ben olsam bunu Koc'ta 3.8 yapardim. Koc 3.5 ile Bogazici 3.5 ayni sey degil bence.

Bu yikimi kafamda bir turlu asamadim acikcasi. 3.siniftan sonra yasca olgunlasmaya basladigim icin ve zamanla da sorunlar kafamda hafiften azaldigindan okula alistim diyebilirim. Ama bu gecen surede, maalesef kariyer hirsli kisiler arasinda geride kalmistim. Kapitalizmin disli carklari bana uygun bir disli yaratamiyordu. 2 ve 3.sinifta zar-zor staj buldugumu hatirliyorum.

Aslinda Bilkent ve Odtu Endustri’ye gitmeyi dusunuyordum sonucumdan oturu. Odtu Endustri’ye kanim cok isinmisti, ama Ankara’ya gitmeye gucum el vermedi. Cocukluk cok ilginc bir donem ve o zaman yasadigim tramvalar bende kalici low self-esteem yaratti bu kesin. Umursamaz bir insan olsam cok rahat Ankara’ya gider ve cok mutlu bir universite hayatim olabilirdi.

Koc’u bitirirken fark ettigim sacma bir sey de okulun aslinda imkan olarak cok cok iyi seviyede olduguydu. Girerken yasadigim bu buhranlar aslinda manasiz geldi. Bu aci bir farkina varmaydi ama sanirim is isten gecmisti. Donup bir de bunun icin uzulemezdim. Lakin, okula birinci olmak icin geldigimi hatirliyorum. Hatta biraz bundan dolayi yazmistim Koc’u. Rekabet gorece az ve bolum birincisi top 10 school’a kabul alabilir diye. Ama Hazirlik’ta yasadigim bu sorunlar beni gercekten etkiledi.

Bu sorunlu zamanlarda zaman zaman kendimce oyunlar oynadim. Bazi dersleri kafama gore secip o derslere full konsantre olmayi hedefledim ve nasil bir basari getirecegini dusundum. Bu dersleri en kolaydan en zorlara bolecek sekilde ayirdim. Humanities dersi kolaydi - guzel hocadan ders almistim - ama Game Theory, Akiskan Mekanigi veya Termodinamik zordu. Neticede hepsinden maksimum sonucu aldim. Sonra bir donem Abd’ye exchange ogrencisi olarak gittim. Labor Economics dersini dinlerken zorlaniyordum, 1 hafta kapanip kendimce konuyu ogrenmeye karar verdim. Yine en yuksek skoru aldim. Ales’te de benzer seyi yapmistim ve 50.olmustum, bi boka yaramadi o ayri gerci. Yok yok yaradi, askerligimi erteletecek yuksek lisans icin kabulumu kolaylastirdi. 

4 sene duzenli akademik basariyi getiremeyecek psikolojim olmadigini fark ettim. Cunku, Koc’a ait degildim bu kadar basit. Kimyalarimiz tutmadi. Kesinlikle doganin kimyasi var. Nasil birisine kaniniz isinir sebepsizce, ya da onyargilarimizla genelde baskalari bize ilk basta soguk gelir, onun gibi. Akademik Basari’nin gelmeyecegini anladim ama sakin bir kafayla her seyin maksimum dogrusuna ulasacagimin da farkina vardim. Bu bence cok onemli bir kavrayis. Bunu basaran kisiler de goruyorum cevremde ve ben bu insanlara zeki diyorum. Bence aklin calismasi tek basina yeterli degil, bunun farkina varmak da onemli. Bu arada Koc'ta not ortalamami iyi olacak enerjim olsaydi Biyomedikal uzerine calismak isterdim. Hatta, Mehmet Toner bunun icin cok iyi bir ilham kaynagi oluyor.

Konudan konuya atlamamaya calisiyorum, okudugum bolum de gorece zor oldugu icin - Koc’ta kolay bence - bolume isinamadim. Ama Psikoloji de okusam isinamazdim. Gpa’im dusmesin ve daha kolay is bulayim diye Ekonomi’yle cap yaptim. Boylece istenilen 3 ortalaminin ustunde olmak icin minimum “B” seviyesinde kalicam ve bicak kemige dayana dayana calisicaktim. Ki bu da oldu. 

Sosyal kuluplere de katilmadim. Aslinda kafamda bircok fikir vardi. Management Consulting kulubu acma fikri vardi 1.sinifta. Ama ben ne kuluplerin nasil acildigini biliyordum, ne bunu yapacak enerjim vardi, ne de bunu yapacak arkadasim. 

Okulda depresyona girince o zamanki kiz arkadasimdan da ayrildim. Ayni zamanda en samimi arkadasimdi o zaman. Bu da agir bir yuktu hazirlikta. Bunu asamadigim icin lise arkadaslarimla samimiyetimi azalttim, hatta sonra kestim. Sonra bunun cok buyuk bir yanlis oldugunu fark ettim, ama sadece acisini cekerek hatamin bedelini odedim. Zamanla bu acilar da azalarak bitti. Oldurmeyen sey guclendirdi mi? Bence yanlis bir onerme; oldurmeyen sey size kalici zarar verdi, vucudunuz bunu asacak bagisikliga sahip degil bence. Yan etki olarak asabi bir bireye donustunuz. Belki de disaridan bakinca daha sevimsiz oldunuz. 

Soyle bi sikinti da var, lisede cok sevdigim cok arkadasim vardi. Cidden mezun olurken dusunuyorum, disari cagirdigimda gelecek en az 20 kisi vardi. Daha da ilginci hepsini o zaman cok severdim. Gerci su an gelseler yine konusurum muhtemelen. Universitede boyle bir sey olmadi. Su an disari cagirsam gelecek insan sayisi 5 yoktur. Hatta benim bir ablam oldugunu bilen sayisi da 5 degildir. Bunda ama yasca olgunlastigim donemde universitede okumanin etkisi var. Lisedeki arkadaslarimla birlikte buyuduk. Mesela bir sirkette calissam ve universite ve liseden birileri gelip yardim istese, kesinlikle lisedeki kisiyi sirkete almak icin yardim ederim; cunku hazirlikta yasadigim sokun etkileri olarak okula ait hissedemedim kendimi. Birine asik da olamadim, yani platonik bile olmadi. Kaldi ki Koclu kizlar bence ortalama guzellik bakimindan rahatlikla bir numaradir Turkiye’de. Cok cok guzel anilarimin oldugu zamani dusunuyorum, gercekten hic olmayabilir okulda. Yani var ama cok az. Mesela lisedekiler daha tatli geliyor dusununce. 

Guzel seyler de kazanmadim degil, ilk olarak cok iyi bir Ingilizce ogrendigimi dusunuyorum. Hatta, oyle ki, gecen hafta okudugum bir Almanca yazinin neredeyse tamamini anlayabiliyordum, 7 senedir Almanca gormememe ragmen. Bu da aslinda bu iki dilin grammar olarak birbirine bence benzemesi ve Koc’un bize Ingilizce’yi cok iyi seviyede ogretmesinden. 6 ay Abd’de kaldigimi da belirteyim ama bunun daha cok listening ve speaking icin faydasi oldu bence. Kimseyle gidip akademik seviyede konusmuyorsun. Kaldi ki insanlar exchange’de zamanin 1/3’unde sarhos ve nihai amac belli bir sekilde takiliyor :)

Ingilizce disinda, karakterim de bir sekilde burada aldigim egitimle oturdu. Bu guzel bir egitimdi. Ben kendimce maksimum verimi alamasam da memnunum egitimden. Farkindaligim artti. Son sene Yasayan Kutuphane’de olmamin da etkisi var. Orada cok guzel insanlar tanidim. Sonra bircok seye karsi nasil gereksiz onyargilarla (gerekli onyargi var mi gerci) dolu olan bir hoduk oldugumu fark ettim. Sonra fark ettim ki bu tarz girisimlere taa hazirliktan katilabilirmisim. Neyse…

Ama su da var, simdi bir Bogazici mezunu ornegin, liseyi de Istanbul’da okumussa nerdeyse tamaminin akli calisan ve hossohbet kisilerle oyle ya da boyle bir arkadas grubu olabiliyor ve bu arkadaslik hayat boyu suren bir sekilde ilerliyor. Koc’ta bunu yasayamamak da uzucu oldu. Neticede, arkadaslariniz olmasi size enerji verir ve enerjik olmak bence hayatin her alaninda basarinizi arttirir. Okuldan sonra yasadigim feci kariyer planlamasinda bu eksikliginden bende cok etkisi oldu. Ama her seyin basi self-esteem bence.

Bu arada o kadar lise guzellemesi ve universite kotulemesi yaptim, fakat liseden biriyle konusursam basta bir icsel sok yasayabilirim. Aldigim egitim ve son zamanlarda okuma, yazma, dinlemeye - podcast - cok vakit ayirdigim icin zaten okulun getirdigi bir ego vardi, bu iyice katlandi. Karsimdakine karsi ustten bakma durumu yasayabiliyorum ve bundan rahatsizlik duysam da onune gecemiyorum. Ablam bunun farkinda ve bana zirt pirt Murat hazretleri diyor kinayeli bir sekilde :)

Su an geriye donsem ne olurdum diye de dusunmuyor degilim. Acikcasi ailem babamin da doktor olmasindan mutevellit doktor olmami istiyordu. Insani daha cok anlamayi isterdim. Sozelci veya esit agirlik’tan sinava girecegim de yoktu. Sayisalci olup bunu anlamanin en iyi yolu Psikiyatr olmakti bence. Hem bu kadar uzulecegimi ve ailemin de uzulecegini bilsem Psikiyatr olur, hatta Profluga kadar kasardim. Lisenin son zamanlarindan kalan hirsim hala icimde. Bu yuzden hayatta duzenli olarak ne yaparsam o alanda en iyi seviyeye ulasacagimi biliyorum. Henuz, bu hangi alanda olacak bilmiyorum. 

Ama varsayimlar uzerinden cok konusmanin anlami da yok. Gecmise takilmak insani uzuyor gercekten, biraz da bu yuzden yazdim bu yaziyi. Kendime ders olsun ve onume bakayim diye. Lakin okula baslamadan once San Francisco’da yasama hayalim vardi. Hatta cocuklugumdan beri var bu hayal. Canli gozlerle gordum ve kesinlikle oraya ait olduguma eminim. Su anda bir sekilde oraya yerlesme hayalim var. Kucukken su intro’yu gorup Abd’ye gidecegimi soyler dururdum. Uzun vadede bunun olacagina inaniyorum. 


Simdilik diyeceklerim bu kadar.

26 Eylül 2016 Pazartesi

Jose Mourinho vs Josep Guardiola Uzerine


Teknik direktorlerin takimlara %20’lik maksimum etki yaptigi soylenir. Cok iyi kadrolar basarili olduktan sonra baska teknik direktorlerle de basarili olacagi iddia edilir. Mourinho ve Guardiola bence %20 esigini asan yakin zamandaki iki teknik direktor. 

Jose Mourinho ve Josep Guardiola son 15 yilda futbola damga vuran iki teknik direktor olarak gosteriliyor. Mourinho 2002, Guardiola ise 2008’den sonra aktif olarak on plana cikan takimlari calistirmaya basladilar. Bu yazidaki amacim bu iki teknik direktorleri kendimce belirledigim kriterlere gore kiyaslamak; cunku ne zaman kafamda bir karsilastirma yapmak istesem isin icinden cikamiyorum. Acikcasi bu sene basina kadar Mourinho’nun daha iyi oldugunu dusunuyordum ama icten ice buna Mourinho’ya karsi olan sevgimin de sonuca onyargiyla yaklasmama sebep oldugunu biliyordum. Burada yapacagim karsilastirmayi kupa sayilarina gore yapmayacagim. Kendimce belirledigim kriter, basarilarini segmentlere ayirarak incelemek olacak. Consulting interview’lerine hazirlananlar bunu az cok case study calisirken yapiyolardi, tabii bu yazimi okuyan kitle icinde bu interview’lere giren oldu mu o da ayri bi konu. Yaziyi iki kisimda inceleyecegim. Ilk olarak takimlarin kadro kalitesi ve rakiplere gore durumuna bakacagim. Ikinci olarak da kuluplerin yakin gecmiste aldigi sonuclara gore degerlendirecegim. Ardindan bir sonuca varmaya calisacagim.

1)Takim Kalitesi ve Rakiplere Gore Basari Durumu

Oncelikle Wikipedia sayfalarindan bu iki hocanin kazandiklari kupalara bakabilirsiniz, ben yazida bunlari hizli bir sekilde incelemeye calisacagim.

Mourinho Porto ile 2003 Portekiz Ligi, 2003 Uefa Kupasi ve 2003 Portekiz Kupasini aldi. Kadro kalitesi olarak bence cok da kaliteli bir kadro vardi ve genc bir takima sahipti. Yine de 3 kupayi almak uzun soluklu mecrada cok buyuk bir basariydi. Kilit noktasi da Uefa’da Panathinaikos’a evinde 1-0 yenilip Yunanistan’da o inanilmaz atmosferde 2-0 deplasman galibiyetiyle tur atlamak olsa gerek. Denizlispor’u 4.turda elediklerini de hatirlatayim. Bu cekirdek kadrodan bircok ismin sonra elit takimlara gittigini de ekleyeyim. 

2003-2004 muhtemelen bir hocanin tarihte bir takima yaptigi en buyuk etkiyi gorecegimiz sezondu. Mourinho Benny Mccarthy ile forvet hattini olusturdu ve Sampiyonlar Ligi’ni aldi. Ama turnuva boyunca fikstur sansi oldugu da bir gercekti. Manchester United disinda cok buyuk bir takimla karsilasmadilar denebilir. Burada Costinha’nin son dakika golunu tekrar hatirlamak lazim. Deportivo belki top seviye gorulebilir o donem icin. Yine de Sampiyonlar Ligi’ni almak muthis bir basariydi. Top 4 lig disinda kupa alan son takim 95’te efsane kadrosuyla Ajax’ti. 2004’ten sonra 5 buyuk lig disinda kupa alan bir takim olmadi. 2005’te PSV sadece yari final gordu. Olayin muazzamligina buradan da ulasabiliriz.

Mourinho, 2004 yazinda Chelsea yolunu tuttu. Acikcasi efsane bir genc kadroya sahipti ve butun kupalari alacagina inaniyordum. Ligi 95 gibi rekor bir puanla aldilar. Lig kupasini aldilar. Ama Sampiyonlar Ligi yari finali’nde Liverpool’a elendiler. Kagit ustunde Chelsea favoriydi ve bence bu Mourinho’nun ilk basarisizligiydi. 2006’da yine ligi aldilar, Sampiyonlar Ligi’nde Ronaldinho’lu Barcelona’ya elenmekten kurtulamadilar. Bence Mourinho’nun en buyuk sanssizligi Ronaldinho ve Messi’nin peak donemlerine denk gelmesiydi. 90’larda hoca olsaydi muhtemelen 5-6 Sampiyonlar Ligi olabilirdi. Yine de bu sezon basari olarak gorulebilirdi. 2006 yazinda Shevchenko ve Ballack’i aldilar. Ama skor yorumculugu gibi olmasini istemesem de tutmayacaklarini biliyordum. Alman futbolcular Ingiltere’de pek uyum saglayamiyor. Hem bu iki oyuncu da 30 yasindaydi ve dususe basladiklari doneme denk gelmisti bu donem bence. Shaun Wright-Phillips gibi bence hizi disinda bir ozelligi olmayan oyuncuda da cok fazla israr etti Mourinho. 2 sene once Joe Cole, Robben ve Damien Duff gibi makinevari isleyen takimdan bu kadroya gecmek geri gitmekti. Neticede Manchester United ligi aldi. Kagit ustunde yine favori olduklari Liverpool’a yari finalde elendiler. Lig Kupasi ve Fa Cup’i aldilar ki bu da Mourinho’nun winnerliginin bi etkisiydi. Yine de beklentilerin altinda kaldilar. 

2008 basinda takim dominasyonunu kaybediyordu. Rosenborg beraberligi o donem bardagi tasiriyordu. Neticede Mourinho ilk yarida takimdan kovuldu. Acikcasi Chelsea seruveni bence yine de basariliydi. Iki kere elendikleri Liverpool’a karsi cok net bir sekilde basarisiz olsa da. 

2008 yazinda Inter’in basina gecen Mourinho, ilk sene ligi aldi. Ama bu Mourinho icin alisma senesiydi denilebilir. Manchester United’a Sampiyonlar Ligi son 16 turunda elendiler. 2.sezonda Ibo - Eto’o takasi olmus ve uzerine Inter 40 M Euro almisti. Wesley Sneijder Real Madrid’den gelmisti. 

Mourinho takimlarini takip edenler onun su klasik takimi kurdugunu fark edeceklerdir. 4-3-3 sistemine guvenen, ileride cok iyi bitirici ve mucadeleci tek forvet, kanatlarda ikisi de cok kaliteli ve mucadeleci iki oyuncu. Cok ust duzey bir 10 numara. Iki adet yirtici geri ikili - on libero denebilir - ve cok saglam iki defans ikilisi - Hakan Balta tarzi -. Simdi geriye ne kaldi diyebilirsiniz ama iskeletiniz bu kisilerden olusunca basari kacinilmaz oluyor. Chelsea’de Robben - Drogba - Duff/Joe Cole ileri uclusu, Lampard 10 numarasi ve arkalarinda Essien - Makelele ikilisi vardi. Geride Terry ve Carvalho tandemdeydi. Kalede Cech dunyada en iyi 3 kaleciden birisiydi o donemde. Dahasi bu takimin yas ortalamasi 25 civarindaydi. Inter icin de durum ayniydi. Milito - Eto’o - Pandev uclusu, Sneijder 10 numara, arkasinda Cambiasso - Muntari/Stankovic/Muntari ikilisi ve geride Materazzi - Lucio/Samuel/Chivu tandemi. Kalede Julio Cesar kariyer sezonunu oynamisti. Bakinca kagit uzerinde muazzam bir kadroydu. Mourinho da bir winnerdi. Neticede butun bunlar biraraya gelince 3 kupa geldi. Kupaya giden yol da muazzamdi. Once o senenin Ingiltere sampiyonu Chelsea’yi iki macta da yenerek elediler. Ardindan Cska ve yari finalde tarihin en iyi takimi Barcelona’yi elediler. Finalde o sezonun Almanya sampiyonu Bayern’i gectiler ve 3 kupayi aldilar. Inter finale cikinca acikcasi kupayi alacagindan %100 emindim. Bunun da tek sebebi bence Mourinho idi.

Mourinho, Inter’den sonra bence kariyerinin dususe gectigi Real Madrid’e gecti. Real Madrid bana gore son 12-13 yilda lanetlenmis gibiydi. Bircok oyuncunun dususe gectigi yerdi. Mourinho icin de bu soylenebilir bence. Benzer seyler 2002-2011 arasi Galatasaray icin de soylenebilir bana kalirsa. Bu sanirim siklikla sezonu kurtarmak icin yapilan ani transferlere dayaniyordu. Mourinho’nun Madrid’de kagit ustunde cok iyi bir kadrosu vardi. Ligi de Barcelona’nin 4 puan gerisinde bitirdiler. 92 puan muazzam bir basari ama Barcelona’yi gecmek icin yeterli degildi. Sezon icinde 5-0’lik maglubiyet de almislardi. Ama bence bu Real’in basarisizligindan cok Xavi - Iniesta - Messi’nin ayni anda peak yaptigi doneme gelmesindendi. Sezonu Ispanya Kupasi’yla noktaladilar ama yavas yavas geldiklerinin de sinyalini verdiler. Bana gore bu sezon bir basari bile olabilirdi. Zira Real Madrid, 5 sene ust uste son 16’da elenmisti ve simdi yari final goruyordu. 

Iki Teknik Direktor'un Birbirinden Hoslanmadiklari Gercegi
2011-2012’de ligi aldilar, hem de 114 puandan 100’unu toplayarak rekor kirdilar. Sampiyonlar Ligi’nin de favorilerindendi. Yari finalde Bayern Munich’e elendiler. Kagit ustunde Real Madrid daha iyi bir takimdi. Bayern, 2013’teki domino etkisi gosteren takim seviyesinde degildi ustelik. Bu basarisizlik Mourinho hanesine yazilan ayri bir eksi bana gore. 2005 ve 2007 Liverpool yari finallerini andiriyordu. 

2013, Mourinho’nun bana gore en basarisiz sezonlarindan biriydi. Lig’de Barcelona’nin 15 puan gerisinde kaldilar. Kupayi Atletico’ya evinde yenilerek kaybettiler. Avrupa’da yari finalde Borussia Dortmund ile eslesip elendiler. Acikcasi yari final kagit ustunde basari gibi dursa da Real Madrid ile ilgili soyle bir komplo teorisi mevcut: Son 16’dan sonraki rakiplerini yaziyorum sirayla.

2011 —> Lyon, Totenham ve Barcelona: sonuc elenme.
2012 —> Cska, Apeol ve Bayern: sonuc elenme
2013 —> Manchester United(Cuneyt Cakir Etkisi), Galatasaray, Dortmund : sonuc elenme.

Acikcasi Mourinho’nun kura sansiyla da yari finale geldigi bir gercek. 2011-2013 arasi en ust seviyedeki 3 diger takima da yari finalde elenmesi yine de bir basarisizlik neticede. Sonuc olarak Real Madrid seruveni Mourinho standartlarinin altinda tamamlandi bana gore. 

2013 yazinda eski takimi Chelsea’nin basina gecti Mourinho. Acikcasi Chelsea eski gucunden uzakti. Takim da kalite olarak ust duzeyde degildi. Forvet hatti bile her seyi ozetliyor zaten. Resmen Torres’in ayagina bakan bir takimdi. Bu takimla herhangi bir basari bence yakalamak imkansizdi. Hem Mourinho Real’den eski buyusunu kaybedip donmustu. O sezon Avrupa’da yari finale ciksalar da Atletico’ya elenmekten kurtulamadilar. Toplamda kotu bir sezon degildi bana gore.

2014-2015’te Diego Costa ve Fabregas kilit transferlerdi. Ama Ingiltere’de ust duzey bir takimsaniz senede 70 mac oynuyorsunuz ve rotasyonunuz ust duzey olmak zorunda. Takimda bunun eksikligi Avrupa’da hissedildi. PSG’ye son 16’da elendiler. Ligi kazandilar ki City kagit ustunde cok cok daha iyi durumdaydi. Bu sezon yine basarisizlik olarak degerlendirilemez bence; cunku Chelsea 2012’den beri cok kotu kadro planlamasina sahip.

2015-2016 Mourinho’nun en kotu yiliydi. Lig’de neredeyse kume dusme hattina bile inmislerdi bir ara. Yilbasi gelmeden Mourinho kovuldu. Kadro cok kotuydu ama Mourinho’nun da istedigi kadroyu kuramamasinda sucu yok muydu? Bence kesinlikle vardi. Financial Fair Play olmasina ragmen Abramovich gibi bir bankan varsa kesinlikle daha iyi kadro kurmaliydin. Ayrica, takim bir onceki seneden cok yorgundu; cunku az once bahsettigim rotasyon eksikligi takimi tuketmisti. Neticede rezil bir sezonla Mourinho kovuldu.

Mourinho simdi Manchester United’in basinda. Acikcasi Pogba ve Ibrahimovic takviyeleriyle ust duzey bir takim siluetine burunmeye calisiyolar. Sampiyonlar Ligi’nde yoklar. City’e yetismeleri imkansiz zira daha simdiden 6 puan gerideler. Ligi ilk 4’te bitirmek basari sayilir bu kadroyla ve oyle de olacak gibi duruyor. Liverpool ve Arsenal de muazzam girdiler lige zira. Bu surede Rashford ve Martial tecrube kazanacaktir. Ortaya ve defansa gelecek sene 2-3 ust duzey takviyeyle Manu’nun 3 kupayi da alacak guce sahip olacagini dusunuyorum. Bekleyelim ve gorelim. Bence Mourinho hala bir winner, 10 sene onceki gibi olmasa da. Bu bile kendisinin 3 kupa almasini saglayabilir.


Guardiola, 2008’de Barcelona’nin basina gecmisti. Takim son 2 sezon Real Madrid’e ligi kaptirmisti. Guardiola, Deco ve Ronaldinho ile yollari ayirdi. Thierry Henry takima gelmisti. Ileride Messi - Henry - Eto’o ve ortada Xavi ve Iniesta merkezli takim vardi. Kagit ustunde her sey mukemmeldi bana gore. Guardiola ilk 2 maci kazanamayinca seslerin yukseldigini hatirliyorum. Bu takimin goze cok kotu gelen pas futbolunu da unutmamak lazim. Hepimizin bildigi 6 kupa bu sezon geldi. Bana gore 2009 Chelsea yari finali hayatimda gordugum en kotu hakem yonetimine sahne olan bir macti.
4 tane %100 penaltiyi vermedi hakem. Acikcasi ulkede her seye komplo teorisi uretiyoruz ama cok net sike var bence bu macta. Lutfen Barcelona son dakikada gol atti ne sikesi demeyin. Hakem elinden geleni yapmis Barcelona turu gecsin diye. Zaten, kaderin cilvesi 2012’de Chelsea favori bile olmadigi sezonda Barcelona’yi yari finalde elemisti.

2009-2010’da Barca Mourinho’yu anlatirken bahsettigim gibi Eto’o - Ibrahimovic takasi yapmisti. Acikcasi bunun da mantiksiz oldugu o zamandan belliydi. Ustune 40M Euro gibi bir para verdiler. Ibrahimovic fundamental’i daha iyi olan, bitiriciligi daha iyi ama pozisyon icin Eto’o kadar mucadele etmeyen biri. Pas oyununda Eto’o daha basarilidir, bosa kacmalarda, savunma arkasina atilan toplarda Eto’o bu sisteme daha cok uyuyodur. Zaten Inter’e giden Eto’o o sene kupayi alirken, Barca ligi almakla yetindi.

2010-2011’de Mourinho Real’e gelmisti fakat Barcelona Messi - Iniesta - Xavi -Busquets gibi muazzam oyunculara sahipti. Bunlar aslinda hepimizin bildigi durum. Guardiola ile de kimya cok iyi tutmustu ve basari kacinilmazdi. 2009’daki gibi finalde Manchester United’i yenip Sampiyonlar ligi’ni aldilar. Ligde de 96 puanla sampiyonluk geldi. 

2011-2012 sezonunda Guardiola, sanirim ilk defa hazir ve guclu Mourinho ile karsilasti diyebiliriz Ispanya’da. Acikcasi onceki sezonlarda bana gore rakipsiz gibilerdi ve bu da aslinda Avrupa’ya odaklanmalarini kolaylastiriyordu, zira takim yorulmuyordu yeteri kadar. Rotasyonla kolay rakiplere karsi guclu oyunculari da dinlendirebiliyordunuz. Neticede bu sezon Nou Camp’ta Real Madrid’e yenilen Barcelona ligi kaybetti. Avrupa’da surpriz bir sekilde Chelsea’ye karsi kaybettiler. Bu bence karma’nin bir sonucuydu. 2009’un rovansi boyle alinmis oldu bana gore.
Neticede 2008-2012 arasi 4 sezonda 3 lig, 2 Sampiyonlar Ligi ve 2 Ispanya Kupasi inanilmaz bir basari bana gore. Kaldi ki takim 2009’da basarisiz olsa Ronaldinho ve Deco ile yollarin ayrilmasinin hata oldugu soylenecek ve belki Guardiola ile yollar ayrilacakti. O yuzden, 6 kupa kazanan takimi kucumsemek bana gore cok yanlis.

Guardiolasiz Barcelona 2013’te, Atletico yavas yavas geliyordu Simeone ile ama henuz net bir rakip degillerdi. Zira Barca ile Real oyle bir ucurum yaratmisti ki, bu fark 1 senede kapanamazdi. Turkiye gibi bir ligdeyseniz, ligi alabilirsiniz, ornegin Galatasaray 2011’de 8.olmus ama 2012 ve 2013’te ligi almisti, fakat Ispanya gibi ust duzey liglerde 1 yilda bu makas kapanamaz. Zira takimlar cok guclu ve bir iki oyuncularini kaybetseler bile yine guclu olmaya devam edecekler. Sizin de butun mevkilerde ust duzey oyunculariniz olmali ki bunu da 1 yilda basaramazsiniz. Barca bu sene Mourinho’lu Real Madrid’in onunde ligi aldi. Fakat, Avrupa’da Bayern Munih’e karsi hezimete ugradilar. Yari Final’de Bayern’e karsi 0-3 ve 0-4’luk maglubiyetler alindi. Burada sunu da fark etmek lazim bana gore, her ne kadar tarihin en iyi kadrosuna sahip de olsaniz futbolcularin insan oldugunu unutmamak lazim. Basari, bikkinlik hissi verebilir, calisma temponuzu veya konstantrasyonunuzu etkileyebilir ve bu da neticede basarisizliga yol acar. Ispanya ile 3 buyuk kupa kazanan cekirdek kadro oyunculari da Barcelona’nin onemli bir parcasiydi ve Onlar da bunu yasamis olabilirler. Bu yuzden burada oyunculari ve teknik direktoru suclamak yersiz.

2013-2014’te Bayern’e gelen Guardiola, bana gore hata yapmisti, zira Bayern zaten 3 kupayi da kazanmisti. Rakibi Dortmund’un en iyi oyuncularini da istedikleri zaman alacak guce sahipti. 2013’te Gotze, 2014’te Lewandowski ve 2016’da Hummels’i alarak Dortmund’u zayif dusurduler. 2014-2016 arasi Bayern’le cok rahat ligi aldi Guardiola. Burada bir basaridan soz edemeyiz, keza bu bence tanimdisi bir durum. Burada olsaydi basarisizliktan soz edebilirdik; cunku Bayern gercekten cok guclu bir takimdi. “Win or Lose” durumu yoktu kisacasi. Bayern’den beklenen Avrupa’da kupa kazanmayi surdurmekti. Ama 2014’te Real Madrid’e, 2015’te Barcelona’ya ve 2016’da Atletico’ya elendiler. Jose Mourinho’nun Real Madrid seruvenine cok benzemiyor mu gercekten de? 

Bu yuzden bu kiyaslamayi yaparken kolaylik olmasi acisindan sadelestirme yapip, Mourinho - Real ve Guardiola - Bayern donemlerinin esit basari ve etkiye sahip oldugunu dusunecegim. Aslinda Mourinho - Real daha bile basarili sayilabilir, ona da birazdan deginecegim. Ama kolaylik olmasi acisindan esit diyelim simdilik. 

Guardiola, Man City’nin basina bu yaz gecti, Mourinho’nun Man Utd’nin basina gectigi zamanla ayniydi. Fakat Guardiola yine biraz sansliydi cunku takimi bir onceki sezon averajla United’i gecmis ve Sampiyonlar Ligi’ne katilmisti. Fakat, Guardiola o kadar muazzam bir sistem kurdu ki City’de acikcasi su an Avrupa’nin bana gore en iyi takimi Man. City ve butun kupalari kazanma ihtimalleri cok yuksek.

Kalecinin de oyuna dahil oldugu ve tamamen topa sahip olmaya dayali bu sistemin isleyebilmesi icin oyuncularin cok yuksek teknige sahip olmasi ve akici oyunu benimsemeleri gerekiyor. Bu yuzden Ilkay Gundogan muazzam bir transfer. Her ne kadar sakatliklar basini agritsa da henuz 26 yasinda ve Guardiola’nin oyunculara genelde yakin oldugu da bilinin bir gercek. Sterling’den neredeyse Messi yaratan, Kevin De Bruyne’den de bir Zidane cikaran bu hoca ileride Aguero ile butun eksikleri tamamliyor gibiler. Takimin yumusak karni tandemi. Stones ve Otamendi ikilisi Chedjou’yu andiriyolar bana. Saatli bomba gibiler diyebilirim, ozellikle Otamendi icin. Kompany sakat ve tam randimana ulastiktan sonra takimin gucunu arttiracagi da bir gercek. Acikcasi bu takim yeni sisteme oynadikca adapte olacak ve gercekten bu sezon icin cok heyecan verici durumdalar. 

Kisisel olarak bu iki hocanin birbirini sevmedigi ortada. Mourinho’nun Wenger’den sonra nefret ettigi ikinci kisi Guardiola olsa gerek. Ama, Guardiola basarili oldugu icin bu rekabet daha keyif verici hale geliyor. Bu sezon Guardiola’nin kagit ustunde basarili olacagi da bir gercek. Ama, Manchester United bir enkazdaydi ve yavas yavas toparlaniyolar. Yukarida bahsettigim Mourinho takimlarinin 4-3-3 dizayni ve kaliteli oyuncu ihtiyacinin bir kismini henuz tamamlayabildiler. Iyi bir 10 numara, Bailly’nin yanina cok ust duzey bir defans oyuncusu, forvet, orta saha ve kanatlara birer ust-orta duzey bir takviyeyle gelecek sezon Ingiltere’de inanilmaz bir sezon olacak. Bu sene ise bu rekabet dedigim gibi bence servis disi. 

Guardiola - Bayern ve Mourinho - Real basarilarinin birbirini goturdugunu varsayarsak, Barca’da muazzam basarili bir Guardiola, City’den muthis ivmelediginin sinyalini veriyor. Porto, Chelsea ve Inter’de muthis basarilar kazanan Mourinho ise 2.Chelsea donemiyle beraber eski “Special One” dokunusunu yavas yavas kaybediyor gibi. Dolayisiyla Guardiola’nin 10 sene sonra daha basarili bir teknik direktor olarak gorulme ihtimali yuksek. Ama bana kalirsa en azindan bu segment icin Mourinho 1 tik daha onde kaliyor. Fakat 10 sene sonra Guardiola 1 tik onde olacak gibi duruyor.

2) Kuluplerin Yakin Gecmiste Aldigi Sonuclara Gore Basari Durumu

Ilk kisimda bu iki hocanin calistirdigi takimlarin rakiplere ve kendi kadro kalitesine gore aldigi sonuclari incelemistim. Simdi ise bu iki hocanin ayrildiklari takimin kendilerinden once ve sonraki basarilarini kiyaslicam. Mourinho ile basladik, Mourinho ile devam edelim. Boldladigim kisimlar hocalarin o takimlari calistirdigi donemleri gostermektedir.

Porto 2000 - 2002: 0 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 1 Portekiz Kupasi.
Porto 2002 - 2004: 2 Lig, 2 Avrupa Kupasi, 1 Portekiz Kupasi.
Porto 2004 - 2006: 1 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 1 Portekiz Kupasi.

Chelsea 2003 - 2004: 0 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 0 Ingiltere’de Kupa.
Chelsea 2004 - 2007: 2 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 3 Ingiltere’de Kupa.
Chelsea 2007 - 2010: 1 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 2 Ingiltere’de Kupa.

Real Madrid: 2004 - 2010: 2 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 0 Ispanya Kupasi.
Real Madrid: 2010 - 2013: 1 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 1 Ispanya Kupasi.
Real Madrid: 2013 - 2016: 0 Lig, 2 Avrupa Kupasi, 1 Ispanya Kupasi.

Chelsea: 2010 - 2013: 0 Lig, 2 Avrupa Kupasi, 1 Ingiltere’de Kupa.
Chelsea: 2013 - 2016: 1 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 1 Ingiltere’de Kupa.

Manchester United 2013 - 2016: 0 Lig, 0 Avrupa Kupasi, 1 Ingiltere’de Kupa.

Kagit ustunde Mourinho Porto ve Chelsea’de kendinden onceki ve sonraki donemlere gore basarili gozukebilir, ki dogrudur. Real Madrid’i 2004’ten almamin sebebi 2004-2010 arasi Sampiyonlar Ligi 2.turunda surekli olarak elenmeleri. Mourinho kupa alamasa da bu esigi asip 3 kere yari final gormus ve takimi o seviyelere cekmeyi basarmistir.  Bu yuzden aslinda kendisinden sonra alinan 2 Sampiyonlar Ligi’nde kendisinin de payi vardir bana gore. Chelsea seruveniyse bence kadro yapilanma hatalari yuzunden basarisiz gecti. Araya sikistirilan bir lig sampiyonlugu ve bir lig kupasi Mourinho’nun eski buyusunu kaybetmesine engel olamadi. 

Mourinho ile ilgili yapilan en buyuk elestirilerden biri de gittigi takimlarin %100’unu sahaya verdigi ve kendisi ayrildiktan sonra bu takimlarin buyuk dususe gectigi yonunde. Acikcasi iki Chelsea ve Real Madrid seruvenleri icin bu soylenemez, neticeler ortada. Porto icin dogru denebilir ama Porto normal sartlarda Sampiyonlar Ligi alabilecek bir seviyede degil. Bu takimin, Sampiyonlar Ligi aldiktan sonra o seviyede kalamamasi da bu yuzden anormal degil, anormal olan Mourinho’nun basarisi burada.

Manchester United icin de son 3 yillik tabloyu yazdim, bu surec cunku Alex Ferguson’un takimdan ayrildigi, David Moyes ve Louis Van Gaal’in yonettigi bir surecti. Moyes’le felaket bir dilim geciren Manu, Van Gaal ile toparlanma egilimi gosterdi ama yeterli degildi. Mourinho icin aslinda bu ortam yavas yavas oluyor. Kendisinin bir artisi da Manchester United’in hala elit bir takim olmasi ve gelecek sene transfer piyasasina istedikleri sekilde yon verecek guce sahip olmalari.

Simdi, Guardiola icin ayni sonuclara bakalim.

Barcelona 1999 - 2008: 2 Lig, 1 Avrupa, 0 Ispanya Kupasi.
Barcelona 2008 - 2012: 3 Lig, 2 Avrupa, 2 Ispanya Kupasi.
Barcelona 2012 - 2016: 3 Lig, 1 Avrupa, 2 Ispanya Kupasi.

Bayern Munih 2010 - 2013: 1 Lig, 1 Avrupa, 1 Almanya Kupasi.
Bayern Munih 2013 - 2016: 3 Lig, 0 Avrupa, 2 Almanya Kupasi.

Man. City 2011 - 2016: 2 Lig, 0 Avrupa, 2 Ingiltere Kupasi.

Guardiola’yi degerlendirirken Barcelona’yi 1999’dan almamin sebebi aslinda kulubun 2004-2006 Ronaldinho onderligindeki basarili periyot disinda kupasiz olmasiydi. Bu da yine daha once bahsettigim 2002-2011 Galatasaray’i hatirlatiyor. 2 lig sampiyonlugu var ama favori olunmayan ve oyuncularin cok cok buyuk ozverileriyle gelen sezonlar. Zaten devami gelememisti bu basarilarin. Barcelona icin de Ronaldinholu donemi cikarinca 9 yillik basarisiz bir periyot goze carpiyor. Guardiola, burada cok buyuk bir is basarip kulubu kazanan bir kimlige sokuyor. Kadronun kaliteli olmasi da bunda etken tabii ki. Yine de Guardiola’nin getirdigi kazanma kulturu kendisi ayrildiktan sonra da devam ediyor, nitekim sonuclar ortada.

Bayern Munich, 2010-2012 arasi Borussia Dortmund hegemonyasina son vermek icin cok iyi bir takim kuruyor bilindigi uzere ve 2013’te 3 kupayi da aliyolar. Guardiola takimin basina geldiginde zaten elit seviyede bir takimin hocasi konumundaydi. Yine de kagit uzerinde kulubun kazanma kulturu devam etti. Dortmund’un guc kaybetmesinin de bunda pay ayni zamanda.

Manchester City’yi yazmamin sebebi Guardiola’nin nasil bir takima geldigini daha iyi anlamlandirmak icindi. Maddi olarak cok iyi durumda bir takim, dahasi kadro kalitesi olarak da elit seviyede olmasina ragmen Barca - Bayern - Real - Atletico hatta Juventus beslisinin icine girememis bir Man City vardi. Bir tek gecen sene Sampiyonlar Ligi’nde yari finale ciktilar ki Real Madrid karsisinda kaleyi bulan sut atmadan seriyi tamamladilar. Aslinda, burada da ortam United’a benziyor. Basari icin her sey hazir - United’dan biraz daha iyi bir durumda - ve tek eksik dogru parcalari yerine koymak. Guardiola da bunu yapiyor su anda. Tipki, Barcelona’da yaptigi gibi. Bu Guardiola’yi kesinlikle kucuk gostermemeli. Zira, bu kadroyu baska birisi cok kotu bir sekilde yonetebilirdi. Kaliteli kadrolarla basarili sonuc alamayan bircok teknik direktor var gecmiste.


Bu bolumde iki hocanin etkilerini kiyaslayacak olursak bana gore Barcelona’da yaptigi devrimle Guardiola yarim tik onde. Zira Mourinho’nun Porto ve Real Madrid etkileri de onemli. Toplama baktigimizdaysa Mourinho yarim tik onde duruyor ama daha once de belirttigim gibi Mourinho dususte ve Guardiola hizla yukselen bir ivme ciziyor. 1-2 sene icine ikisi gozumde esit seviyeye gelir ve Guardiola 5 yillik surecte toplam olarak Mourinho’dan daha basarili hoca gorunumune kavusur benim gozumde. Guardiola’nin Mourinho’dan 8 yas kucuk oldugunu da ekleyelim. Tabii, butun bu yaptiklarimiz gelecege dair varsayim, futbolda ne olacagi hic belli olmaz. Yine de bu iki hocayi ayni sehrin iki takimini yonetirken izledigimiz icin su anda sansliyiz.